28 Temmuz 2008 Pazartesi

YAZARIN ÇİLESİ





“Erken geldin!
Kapımın daima sana açık olduğunu bile bile. Bir anahtarı sende bir anahtarı kapının üzerinde.Hiç kapanmasın diye arasına ümitlerimi dayadığım o kapıdan bin asırdır bekleyip, bir saniyede geçip bin asır daha beklerdim seni dedirten bir geçişle.İçeriye girişinle içerdeki tüm pislikleri dışarı süpüre süpüre.Geçtiğin yollardan tekrar geçmen o yollara bir anlam kazandırmanı bekledikleri için yerdeki taşları üze üze.Gelişini görünce başka bir şey görmeyeyim kör olayım artık diyen gözlere selamını vere vere. Seni buraya getirdikleri için kanatlanıp göğe karışmak isteyen o ayakların ve yüreğinle…
Geldin…
Ama maalesef erken geldin
Evde olmadığımı nerden bilebilirdin?”
Diye yazdığım yazıyı okudum Nurşen’e.İlk tepkisi:
-Kim yazmış bunu?” oldu.”Ben” deyince ikinci tepkisi:
-Aa bana mı yazdın yoksa?olunca doğal olarak duraksadım biraz.Ne Nurşen’in bir yerden gelişi vardı ne de benim evde olmayışım.Ne de Nurşen’le yaşadığımız böyle tutkulu, uğruna yukarıda yazılabilecek cinsten bir yazı yazdıran bir aşkımız vardı.Kendisine yazsam yazsam (Ki sonradan da yazdım!) şöyle bir şiir yazabilirdim:

Ne kadar da güzelsin
Uğrunda ölebilirim
Rüya gibi bir şeysin
Şenlendi yine yüreğim
Ezelden beridir söylerim
Nurşen’im canım benim!

Gibi bir şey olurdu.İşte böyle uzunca bir duraksamadan sonra:
-Ya sana değil de genel bir şey, işte kim üstüne alınırsa, o zamanki duygularımı yansıtan bir yazı, kem… küm… diye ağzımın içinde geveleyip durdum.Karşımdakinin hem kalbini kırmamak hem de yazıyı beğenmesini beni takdir edip göklere çıkarmasını,senden başka yazar tanımam artık demesini falan istedim bunu diyerek. Ama sonradan keşke “Sana yazdım” deseydim diye düşünmedim değil.
Benim kem…’leyip küm…’lememle birlikte Nurşen’in yüzü birden düştü:
-Hmmm ben de bana yazdın sandım.Kime yazdın peki? Diye sordu
Hoppala bu nasıl soruydu şimdi?
-Kimseye yazmadım canım.Bu bir yazıdır.Sadece aklımda olan şeyleri yazıya aktarıyorum.Yani kimseye yazmak zorunda değilim.Bu evrensel bir nitelik taşıyor yani. Diyerek başta söylemek istediğim şeyleri biraz daha toparladım:
-Tamam anlıyorum da mesela bana da özel bir şey yazamaz mısın? dedi.
-Yazarım tabi niye yazmayacakmışım dedim gülümseyerek (*Bakınız: yukarıdaki şiir)



-İyi de yazıda ne anlatmak istedin? Diye sordu İrfan, sizin yukarıda okuduğunuz yazıyı okuyunca.
-Nasıl ne anlatmak? İlla bir şey anlatmak mı gerekir yazıda.
-E gerekir yani böyle boş boş şeyler yazarsan ne gibi katkısı olabilir ki okuyana?
-Okuyana bir şey katmak gibi bir niyetim yok ki!
-O zaman madem bir amacın yok yazmayacaksın.Amacın yoksa niye yazarsın bilmem.Sadece boş bir uğraş olur senin için.Diye de ekledi.
Bunları söyleyen arkadaşım İrfan da şiir yazardı.Şiirleri ise genelde şöyle olurdu:

“Kullanılmış bir peçetesin sen!
Başkasının sildiği yere burnumu silmem ben…”

Ya da

“Türkiyem, güzel yurdum, memleketim!
Sana el uzatanın ellerini keserim…”

Tarzı şeylerdi.Yani ilk şiir ilişkiler üzerine bir mesaj kaygısı taşıyor ikinci şiir de buram buram milliyetçilik kokuyor ve böylece ülkesini de korumuş oluyordu.
-Ülkede neler oluyor,dış mihraklar ülkemizi bölmeye uğraşıyorken böyle gündelik işlerle uğraşırsan hiçbir şey olmaz senden diyerek bir eklemede daha bulundu.
Ben ise o bunları söylerken yerin dibine girmiş bir vaziyetteydim.Kendimi sorgulamaya başlar olmuştum.Sadece kendimin yaşadığı açmazlar hakkında kafa yorarsam o zaman ülkeme ne gibi bir katkı sağlarım ki diye düşünmeye başladım.Ve bu düşüncelerimin ilk meyvesini bir gün sonra yazdığım “Ülke Elden Gidiyor” adlı yazıyla verdim.
Rauf Özdil mahlasıyla yazdığım toplam 48 satır ve 48 cümleden oluşan yazının sonu şöyle bitiyordu:

“Telekom satıldı!
Limanlar satıldı ...
Fabrikalar satılıdı ...
Ülke satılıyor ,uyuma artık, ülke!
İnşallah biz de satılmayız, bu anasını sattığımın dünyasında!”

Bu yazıyı İrfan’a okuduğumda biraz beğendiğini hissetsem de yine de:
-Çok dilbilgisi hatası var sonunu da bağlayamamışsın.Pek beğenmedim” dedi.
O öyle deyince ben iyice coştum.İlla ki bir yazımı ona beğendirmeliydim.Sonraki gün asker,antiAmerikancı,dibine kadar milliyetçi İrfan Paşa’nın dağlarda nasıl Amerikan askerlerini çıplak elle hallettiğini anlatan “Malatyalı İrfan Paşa Destanı” adlı yazıyı Şair İrfan’ın önüne koydum.Okudukça sırıttı sırıttıkça okudu:
-Adını İrfan yapmışsın sağ ol.Ama benim adım var diye değil hakikaten güzel yazı olmuş.Bazı şeylerin farkına varmışsın.Her açıdan dört dörtlük bir yazı olmuş.Mesajı da gayet açık ve anlamlı” dedi İrfan.Sanki destanı yazan kendisiymiş gibi mağrur bir ifadeyle.
Ben ise mesajı “Amerikalıları öldüren İrfan Paşa’nın ne kadar güçlü bir adam olduğunu göstermek” olan yazıyı düşünüyordum.
-“Ulan” dedim kendi kendime.”Senin edebiyatçılığın da buraya kadarmış be şair!”

-Hmmmmmmm dedi sevdiceğim sizin yukarıda okuduğunuz yazıyı okuyunca
-Eee dedim nasıl buldun yazıyı?
-İyiydi, dedi gayet sönük bir ifadeyle.
Sonra birden canlandı, gözlerinin içi parladı:
-Ya bi şey sorcam Nurşen ben miyim yoksa?
-He! dedim. Sensin...

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Kenan Dimler'le Sohbet





Kenan Dimler'le
Sohbet


-Selam Kenan naber?


-İşte bunu anlamıyorum bir türlü
-Neyi anlamıyorsun?Afedersin anlayamadım?
-Bu ilk görüşte bir insanı gördüğünde neden hemen naber diyorsun?

-Nasıl neden?Kibarlık olsun diye karşındakinin halini hatrını soruyorsun.Bunda anlayamayacak ne var?

-Yani karşındakinin nasıl olduğu senin için çok mu önemli?

-Yani.Bir derdi olabilir ne bileyim bir sıkıntısı olabilir...

-Peki bir sıkıntısı derdi varsa sen bu soruyo sorduğunda "Çok sıkıntılıyım" mı der karşındakiler?

-Demezler herhalde.Belki de sıkıntısını karşısındakiyle ilk olarak paylaşma taraftarı olmayabilir.

-Yani ne der karşındaki sen ona o soruyu sorduğunda

-İyiyim der herhalde.Her insanın dediği gibi elbette.

-Ama sen ona nasıl olduğunu sormuştun ve o da sana cevap olarak iyiyim dedi değil mi?

-Evet

-Sen diyorsun ki belki de bir derdi vardır hemen paylaşmak istemez bu derdiyle beni sıkmak istemez.O zaman niye soruyu sorduğunda sana iyiyim diye cevap verir?

-Belkide derdini hemen söylemez.Konuştukça derdini açar.Ne bileyim?

-O zaman sana ilk başta yalan söylemiş olur,öyle mi?

-Yalan söylemek demeyelim istersen.Yani bir düşünsene.Sen birisinin yanına gidiyorsun "naber" diyorsun.O da "Sorma çok kötüyüm, çok fenayım..." diyor.Olabilir mi böyle birşey?

-Çok kötü çok fena ise söylemesi lazım.
-Doğru diyorsun aslında.Mesela yaşlı teyzelere nasılsın denildiğinde hemen başlarlar yok "yanlarım ağrıyee" yok "başım çatlıyo" diye değil mi?

-Evet.Ama neden aynı şey kendi "modern" yaşantımızın içinde olmaz?

-Biraz komik kaçmaz mı?Çok yakın arkadaşınsa tamam söyleyebilir.Ama mesela patronunu yolda görüp de böyle bir şey söylesen bu tip bir cevap vermeyeceği aşikardır.

-Mesela tanımadığın bir akrabalık ziyaretine gittin.Orda konuşma nasıl olur?

-Herkes birbirine nasılsınız diye sorar.Alınan cevaplar da hep aynıdır ama.Amca halaya sorar "Allah'a şükür iyiyim siz nasılsınız?" cevabını alır.Sonra ne bileyim yiğen halaya tekrar sorar yine aynı cevabı alır.Bu bir sirkulasyon şeklinde devam eder.

-Peki sence bu akrabalar o soruyu sorarken gerçekten merak ederek mi soruyorlardır bu soruları?

-Sanmam.Genelde soğuk bir ortam olur o tip yerlerde.Millette ne bileyim sanki görevini tamamlamış olmak için bu soruları sorar.Yani karşındaki "Hastayım 2 aylık ömrüm kalmış" dese "Allah iyilik versin" cevabını verecekmiş gibidir.

-Bak işte aslında dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz.Sen cevabını merak etmediğin bir soru soruyorsun.Karşındaki de sana yalan söyleyerek cevap veriyor.Böylece yalancı konumuna düşüyor direkman.Sonra da toplumda neden sağlam ilişkiler olmuyor diye hayıflanırız.Daha başlarken bir yalanın üzerine kuruluyor ilişkiler.Neden biliyor musun.Çünkü samimi değiliz.Teyzelerden bahsettin.Onlar düşündüklerini hemen söyler diye.Çünkü o teyzelerin senden hiçbir çıkarı olmaz.Ama bizim hayatımızda herşey samimiyetsizliğe herşey çıkar ilişkisiyle yürür.Sen samimiyetsiz bir soru sorarsın o da sana aynı samimiyetsizlikle cevap verir.Çünkü sen sorduğun o sorunun altından bir çıkar elde etmek istersin.
Düşün bi bak.Yolda giderken bir tanıdığını gördün ."Naber" dersin.Adam geçip gidiyor nasıl olduğundan sana ne .Ama senin aklında onun hatrını sorduğun için elde edeceğin bir çıkar vardır.Ve de sevgili Numancım çıkarın olduğu yerde samimiyet hiç bir zaman olmaz.

-Anlamıyorum.Yani bir insan gerçekten iyi olamaz mı da sonra iyiyim desin.

-Bence iyi kelimesi çok samimiyetsiz bir kelime

-Nasıl yani?

-İyi kelimesi altında milyon tane anlam barındıyor da ondan.Yani bir şeyi veya olayı nitelendiriken hemen "iyi" yaftasını yapıştırısın.Meselenin özünde o olayı veya şeyi anlamamışsındır bile.İyi deyip başından savmak istersin.Çünkü yüzleşmekten korkarsın bu tip şeylerle.İyi etiketini vurup hemen kurtulmya çalışırsın ki bu olayı derinlemesine düşünüp değerlendirmeyeyim.Ya da birisine dokunup benim çıkarlarıma ters düşecek bir olay olasın diye."Sınav nasıl geçti?-İYİ" "Yeni arabam nasıl?-İYİ" Böyle olmuyor mu bu işler?

-Yani.O zaman diyorsun ki 4 notu çok samimiyetsiz bir not.

-Aynen öyle.Ya çalışmayıp "0" alırsın ya çalışıp "5" alırsın.Yarı çalışıp "4" alınca ne olabilir ki o işten.Söylesene okullarda aldığın "2","3","4" notlarından hangisi aklında ki.Çünkü o aldığın notlar sana hiç bir şey kazandırmamıştır.Ya çemberin içinde olacaksın ya dışında ortalarda sürünür gidersen hiç bir şey olamadan silinip gidersin.


-Aslında sana katılmadığım yerler hala var.Mesela ben İngilizce'den hep 4 alırdım bak unutmamışım.

-İstikrarlıymışsın, o yüzden unutmamışsın.Yani çemberin çevresinde durmadan dönüp durmuşsun.


-Olabilir.Ya nerden nereye geldik.Halbuki sadece naber demiştim sana.E o zaman ne diyeyim ki ben seni görünce?

-"UGH!" derim ben

-Ugh mu?Ne anlamı var ki?

-Hiç bir anlamı yok.Güzelliği de orada zaten.

-İyi o zaman.Ugh! Kenan.

-Sana da UGH! Herkese UGH!!!

(Kenan Dimler sohbetleriyle bizimle (benimle) olmaya devam edecek efendim...)

16 Temmuz 2008 Çarşamba

İHTİYAR BALIKÇI



Terkedildim…
Ne kadar kolay söylenecek bir söz gibi geliyor ama kazın ayağı öyle değil işte.Tam 2 yıl gibi uzun bir süre beraber olduğum sevdiceğimin bir gün gelip: “İlişkimiz tıkandı,artık yürümüyor,çok denedim ama olmadı vs vs…” gibi laflar edip 2 gün sonra pis sakallı, yakası böğrü açık gömlek giyen, ve ayağından parmak arası terliği eksik etmeyen bir herifle beraber olduğunu görünce bunun ne kadar da zor söylenecek bir kelime olduğunu anlarsınız.
Artık yapacak hiçbir şeyimin olmadığını düşünüp her akşam üstü deniz kenarında bir banka oturup gelip geçen çiftlere içimden okkalı bir küfür savurur oldum.Sonra o da kesmedi kız arkadaşlarımın telefonlarını özelden arayıp kendisinden çok hoşlandığımı çıkmak istediğimi filan söyleyip yüzüne kapattığım oldu.Bir iki kızın sesimi çıkarıp beni erkek arkadaşlarına dövdürmesi de ayrı bir konu tabii…
Ama ne yaparsam yapayım terk edilmişliğin o pis acısını içimden atamıyordum.Ta ki İhtiyar balıkçı Yunus Abi’yle tanışana kadar.
Yine bir gün bankta oturup denize matem dolu gözlerle bakarken bir gölge yanıma yaklaştı.Gölgenin sahibi 60-65 yaş aralığında bir balıkçıydı.Herhalde benim saatler boyunca denize boş boş bakışımının nedenini sormak için buraya geldiğini düşündüm.Oysa o:
-Balık lazım mı yiğenim?
Diyerek benim bütün beklentilerimi boşuna çıkarmıştı.Bense gözyaşlarımın sebebini açacak bir dost, sığınacak bir balıkçı kasabası arıyordum.Gözlerim yarı dolu o ihtiyar amcaya:
-Ne balığı amca ya zaten terk edildim.
Deyiverdim.Artık göz yaşlarımı tutamıyordum.Amca yanıma oturdu elini omzuma atıp:
-Boş ver lan yenisini bulursun.Dünyada başka kız mı yok dedi
-Benim için bir tek o vardı amca.Onu geri elde edebilmek için her şeyi yaparım dedim.
-Belli ki çok dertlisin yiğenim.Gel seninle iki tek atıp dertleşelim
Diyerek beni içi küf kokan her tarafta yırtık pırtık gazete parçaları ve ağlar olan küçük kulübesine davet etti.Tutmuş olduğu balıkları kızartırken:
-Eee anlat bakalım kız güzel miydi bari? Dedi.
-Şimdi Nicole Kidman’ın esmer olduğunu düşün, biraz daha kısa ama gözler yeşil.Yan profilden de Beyonce’ye benziyor.Diyerek sevdiceğimi anlattım.O ise:
-Boş ver evlat dünya ayna çal çal oyna!diyerek acımı bir nebze olsun hafifletmeye çalışıyordu.
Yunus Abi ile tanışmamız böyle oldu.Bütün gün ona sevdiceğimden bahsettim, balıkçı ise “Dünya delikanlı olsa yuvarlak olmazdı” tarzı özlü sözlerini sıraladı.
Artık Yunus Abi’yle çok samimi ahbap olmuştuk.Onun yanındayken terk edilmenin acısını bir nebze de olsa unutuyordum.Her gittiğimde de tutmuş olduğu balıklardan kızartıyor sonra da başlıyorduk koyu bir muhabbete.Ben Galatasaraylı Yunus Abi de Fenerli olduğu için konuşmalarımızın %90 ‘ı takımlar üzerinde atışmalar şeklinde oluyordu.
Yine bir gün efkarım başımda duman bir şekilde o küçük kulübeye gittim.Yunus Abi beni karşıladı:
-Eee evlat ne oldu barıştın mı kızla? diye sordu
-Yok abi dedim ama tekrar benim olacak başka çıkar yolu yok diyerek de ekledim.
-Birisini seviyorsan sal geri geliyorsa senindir,gelmiyorsa zaten senin olmamıştır dedi.
-Gelecek abi gelecek köpek gibi gelecek
-Ne demiş Ahmet Ümit “Aşk Köpekliktir” yani dediğin doğru kapıya çıkıyor bir yerde.
-Evet abi.
-Hem sevgi suya düşmüş bir damla gibidir.Etrafına dağılır ve herkesi içine alır.Kimseyi ayırt etmez
-Doğrusun abi.
-Peki paylaştıkça çoğalan şey nedir?
-Nedir abi?
-Sevgidir evlat sevgi.
Diye uzayan bir konuşmanın içinde buldum kendimi.Taze tutulmuş balıkları mideye indirip yine rahatlamış bir şekilde evin yolunu tuttum.
Yunus Abi’ye tam iki aydır gidip geliyordum. Kendisindeki değişime de şahit oluyordum.Artık karşımda daha olgun birisi vardı ve hep beni motive edici kelimeler sarfediyordu .İçeri girdiğimde sorduğu ilk soru sevdiceğimle barışıp barışmadığım olurdu.Barışmadığımı söylediğimde yüzü asılırdı hemen.Belli ki o da benim gibi üzülmekteydi bu duruma.
İkinci ayın sonunda yine bir akşam üstü İhtiyar Balıkçı’nın evinin yolunu tuttum.Kapıyı vurup içeri girdim.İlk defa Yunus Abi beni ayakta karşılamamıştı.Yatağında uzanmış gazete okuyordu.
-Sen mi geldin lan? Diyerek beni içeriye buyur etti.Ya bi şey sorcam benden hiç birisine bahsettin mi? Diye sordu.
-Yok Abi işin büyüsü bozulmasın diye sadece ikimizin arasında kalsın istedim bu dostluk dedim.
Gazeteyi yatağın başına fırlatıp doğruldu.
-Hani bir arkadaşın da gelse muhabbete katılsa iyi olmaz mı.Biz burada iki sapız ortamı şenlendircek bir kız arkadaşını buraya getirsen güzel olmaz mı.dedi sırıtık bir ifadeyle.
-Kusura bakma abi ama buraya çağıracak kadar samimi bir kız arkadaşım yok.
O sırıtık ifade birden kaybolmuş.Kaşlar çatılmıştı.
-Kızla da barışmadın di mi lan?
-Yok be abi onlar evleniyormuş herhalde.Evlilik kutsaldır artık dünya ahret bacım olur kendisi.
Yatakta oturan o 60-65 yaşlarında ihtiyar adam birden ayağa fırladı:
-E be yavşak!E be şerefsiz!Ne diyeyim ben sana şimdi!Kız arkadaşınla barıştırayım sonra sen kız arkadaşını benimle tanıştır,sonra o da beni kendi bir arkadaşıyla tanıştırır da iş olur diye bekledim olmadı!Her gün Şok Gazetesi okuyan ben gittim kitap alıp okumaya başladım.Sonra baktım sen malsın, senden bir halt olmaz bari bunun normal kız arkadaşları falan vardır belki onları getirir de buradan iş çıkar diye suyuna gidip durdum.Her gün gelip balıkları mideye indirip gittin.Şerefsiz!!Bir yardımım dokunsun şu adama demedin.Çık git lan evimden haram zıkkım olsun yedirdiğim balıklar!!!
diyerek enseme bir tokat patlatıp beni o küf kokulu kulübesinden def etti.
Şaşırmıştım…
Ama yapacak bir şey yoktu.İhtiyar balıkçının da dediği gibi:
-Dünya ayna, çal çal oyna!!!






1 Temmuz 2008 Salı

Keskin Abi Sizin İçin Geziyor




HİÇ BİR MACERACI RUHA SAHİP OLMAYAN
KESKİN ABİ'NİN MACERALARI NO:2



KESKİN NEİŞVABUR

Evet sevgili okuyucularım.Uzun bir aradan sonra tekrar sizinle beraberim.Bu kadar zamandır neredeydin Ey, Keskin Abi? diye siz deyin onlarca ben diyeyim milyonlarca mail aldım sizlerden.Tabi hepsini okumadım doğal olarak.Biliyorsunuz geçen gezimde Hindistan'a gitmiştim.Benim için tam bir zaman kaybından başka hiç bir şey ifade etmeyen bir gezi olmuştu bu.Ama maalesef bu geziden bana kalan şey Hindistan'ın o meşhum küf kokusu oldu.İnanınır mısınız tam 1 ay, günde 7 defa yıkanmama rağmen o kesif kokuyu üzerimden atabilmiş değildim.Neyse koku işini hallettik ve sonrasında gezilerimize devam ettik.Peki sorarsanız bu hayırlı mı oldu diye?Sizi yazımla başbaşa bırakmak isterim

İTALYA






Hindistan fiyaskosundan sonra burayı unutturacak bir yer arayışına koyuldum.Arkadaşlarımın "Abi İtalya'ya git.Süper bir yer!" demeleriyle birlikte:"İyi peki o zaman" diyerek vurdum kendimi İtalya yollarına.İlk olarak resimde de gördüğünüz yere gittik.Adı Collessiummuş.Hani İstanbul'da tarihi sarnıçlar var ya bu da onun birleştirilmiş hali işte.Pencere mi, kapı mı ne olduğuna tam olarak anlam veremediğim bir takım boşluklarla bezenmiş alalade bir yapı sadece.Buraya gelip bunu görünce dedim herhalde içinde çok büyük bi numara var ki buraya geldik.İçeri bir girdik Aa! Bu ne? İçi de bomboş.Neymiş efendim içinde gladyatörler aslanlar falan boğuşmuş.Banane!!Şimdi boğuşuyorlar mı bana o lazım.Geçmişte boğuşmuşmuşlar çok da mühim olay sanki!

PİSA KULESİ




Sonra dediler ki "Çok enteresan bir yere gideceğiz".Ben de merak ettim ne menem bir yere gideceğiz diye.Sonra buraya geldik.Dedim bunun neresi enteresan bizim Galata Kulesi gibi bir kule.Görmüyor musun eğri kule dediler.Tövbe estağfurullah!Adamlar doğru düzgün bir kule yapamamışlar eğrilmiş birsürü insan da bunu görmeye geliyor.Becerisizlik ne zamandan beri meziyet oldu anlayamadım!

VENEDİK



Bu İtalyanlar var ya hakikaten çok akıllı adamlar!Venedik diye bir yere gittik.Buranın da özelliği sularla kaplı olmasıymış.Yani vakt-i zamanında yine bir beceriksizlikten dolayı adamların şehrini su basmış.Buradan da bir ekmek kapısı çıkarmayı başamışlar.Bana sorarsanız saçmanın önde gideni bir yer burası.Bir kere doğru düzgün yol yok yürüyemiyorsun.Gondola binmek zorundasın.Gondol da epey bir tuzlu.Yani anlayacağınız yolunu bulmuşlar.Saf turistler de bu su basmış yere gelip eğleniyorlar.Millet olmuş perişan,her yer rutubet içinde, bunlar eğlence peşinde.Zaafiyet ne zamandan beri eğlence nesnesi oldu anlayamadım!


FLORANSA



İtalya'ya olan hayal kırıklığım bu boğuk şehre gelince 1 kat daha arttı.Şehre önce bir tepeden baktım (Aziz Floransa!)Dedim rehbere bu şehre şimdi niye geldik.Hiç bir özelliği yok ki buranın.Görmüyor musunuz tarihi doku bozulmamış falan filan diye saçmalayıp durdu.Tarihi doku bozulmamışmış!Şöyle demiyor da "Tembelliklerinden yeni binalar yapamamışlar" diye.Şehre git ne bir alışveriş merkezi var ne de çok katlı bir otoparkı.Nereye baksan eski püskü binalar.Bu İtalyanların tembelliklerini bir kez daha anladım buraya gelince.Adamların kulesi yamulmuş düzeltmemişler.Şehirlerini su basmış suları boşaltma zahmetine bile girmemişler.Şimdi de eski binaları yenilemedikleri gibi milleti tarihi doku yalanıyla kandırıp turistleri buraya çekmişler.Tembellik ne zamandan beri övünç kaynağı oldu anlayamadım.


Neyse efendim bir ızdırap dolu yolculuk da Allah'a şükür burada son buldu.Burada aklımda kalan tek şey İtalyanların uyanıklığıydı.Yani gezip görülecek tek bir yer bile yok.Eğer oralara gidecekseniz sizin için titizlikle araştırarak yazdığım bu yazıyı ilk olarak okuyup ona göre karar vermenizde yarar var.Yani kısa yoldan söyliyeyim: "İtalya'ya sakın gitmeyin!"Geldik bir yazımızın daha sonuna her zaman dedğimiz gibi: "Sizin gezmenize gerek yok Keskin Abiniz size yeter!"