20 Mayıs 2008 Salı

ÇOK "PİSBİ" DURUM


Çok pis bi durumdayım sevgili okur...


Hayır, kimin okuyup kimin okumadığını bilmeden direkt karşımda bir okuyucu varmış gibi "sevgili okur" diye seslenmem değil söz konusu olan.


Daha pis bir durumdayım...


Öncelikle bu pis durumun bir krokisini çizeyim size isterseniz...


"Mahmut, İrem ve ben bir kafede oturuyoruz..."


"Tövbe estağfurullah, biz de bi şey sandıydık bu mudur ulan pis durum!" demeyin bana rica ederim.Krokisinden gayet normal bir durum olarak gözüken bu olayın derinliklerine indiğiniz zaman neler olacağını daha iyi anlarsınız sizi temin ederim.

İsterseniz olayın başına dönelim ne dersiniz?Tabi bunları derken, birisinin beni okuduğunu ve ben bunlardan bahsettiğim zaman: "Hay hay tabi başa dönelim sevgili kardeşim" diyerek tatlı tatlı gülümsediğini hayal ediyorum.

Neyse efendim ne diyorduk heh olayın başı.

Sıcak bir gündü bugün...Eğer ilgileniyorsanız....Evde kös kös otururken telefonumun acı acı çalmasıyla irkilip "Kim lan bu arayan?" deyişim aynı zamana tekabül eder.Arayan sınıf arkadaşım Mahmuttu.Kendisi avurtları içine çökmüş, hafiften tıknaz, elma yanaklı, gözleri hakiye çalan 20-25 yaşlarında bir delikanlıydı.

-Hayrola kardeş dedim kendisine

-Yav sorma ders notlarını toparlıyorum.Hukuka Giriş dersinin notları var mı? dedi bana kendisi yarı merak yarı şu an adını tam olarak koyamayacağım bir duygu ile.

-Yok deyip kestrip atabilirdim sevgili okur, inanın bana.Bunu yapacak bir kudretimin olmadığını düşünmenizi istemem.

Ne geldiyse zaten başıma bu yufka yürekliliğimden geliyor:

-Aaa olmaz mı Mahmutçum sen ne zaman istedin de ben bi şey vermedim.Hemen sen nerede olduğunu söyle getireyim.Sözcükleri birden dökülüverdi ağzımdan.Sanki birden bire gelen, durduramadığımız istifra olayı gibi.

-Tamam bi kafede buluşalım hem bi şeyler de içeriz dedi o da bana

Neyse efendim olayın özüne yavaş yavaş gelmekteyiz.Acele etmenize lüzum yok.

Sonra ben de notlarımı alıp yavaş yavaş sözleştiğimiz kafeye doğru seğirtmeye başladım.Nedendir sonra kafeye vardım.Mahmut her zaman oturup okey oynadığımız ne bileyim batak, king falan çevirdiğimiz masada oturmaktaydı.Küçükken geçirdiği sıtma hastalığından dolayı yüzünde yer yer belli olan benekler bulunmaktaydı:

-Naapıyon lan şerefsiz! diyerek hızlı adımlarla üzerine yürüyüp bir anda durdum

-Naapalım la bu sene sınavlar baydı onlarla uraşıyoruz eşşek gibi

Derdemez bir anda Mahmut'un yüzü değişiverdi.Benimle konuşuyordu ama gözü başka bir yerdeydi.Bende ister istemez yüzümü baktığı noktaya çevirdiğimde "Onu" gördüm.İrem;şimdi aklınıza bir kız getirin tanıdığınız.Heh işte onun gibi bir kızdı işte.

Belli ki Mahmut İrem'i iyi tanıyordu.Yoksa bir erkeğin:

-Vaay kız ne sürtüyorsun buralarda?

demesi bir kızın hoşuna gitmezdi herhalde.

Hani iyi tanıyordu dedim ya şöyle nitelendirelim olayı:"Mahmut ile İrem daha 1 ay önce bir arkadaş vasıtası ile tanışmışlar.Mahmut da kızdan hoşlanıyor ama çok samimi arkadaşız ayağında başkalarının yanında takılıyor.İrem'in de 1 ay önce tanıştığı bir dallamadan bekleyemiyeceği bazı garip sözler sarfediyor ama amacı aslında İrem'le çıkmak ama bunu belli etmemeye çalışıyor."

Evet sevgili okur, yukarıda yazdığım olay diye nitelendirdiğim şeyi bir daha okudum ve sizin de tahmin etmekte zorlanmayacağınız gibi hiç bi şey anlamadım.Olsun olay tam olarak böyle yalnız.Bakınız bu önemli.

Neyse efendim İrem'i de masamıza davet ettik doğal olarak.Yalnız Mahmut daki değişim çok ilginçti.Sürekli bir sırıtma ifadesindeydi.Gözleri de her 2 saniyede bir İrem'i kesmektedi acaba bir şey kaçırıyormuyum ifadesinde.Normalde kendisini çok komik gördüğünden benim yaptığım esprilere inatla gülmeyen Mahmut "gak" desem sırıtıyor, "guk" desem kahkalar atıyordu.İrem yaptığı zaman anlatmaya gerek bile yok

Vermeye çalıştığı mesaj açıktı:"Ben ondan çok farklıyım.Amman beni onla karıştırma!"

Sadece duruşu hal ve tavırlarıyla değil sözleriyle de başkalaşıma uğramıştı Mahmut.Sanki dünyanın yükünü sırtında taşımaktaydı:

-Sistemin çarklarında ezilmekten bıktım artık.Kimse beni anlamıyor.Çok değerli görüşlere sahibim ama bunları anlayabilecek insan yok.Hayat çok acımasız.Zorluklara göğüs geriyorum...

Bunlar Mahmut'un bazı cümleleriydi sadece.Sanki dün "Zico gönderilmeli bence arkadaş!Maldanado da kim lan?" veya "Laan yolda bi kız gördüm üfffff!" diyen Mahmut gitmiş, yerine ne bileyim bir Spinoza falan gelmişti sanki.


Çok pis bi durumdayım sevgili okur...

O kadar şey yazdık ama sonuçta bağlanan konu kızların yanında erkeklerin değişmesi oldu ola ola...

Ve ben ne yazık ki bi final yapamadım.İsterdim ki bu yazıyı okuduktan sonra " Vaay adam süprizi sonuna saklamış helal olsun!" demenizi.Veya finalde çok okkalı bir bitirişle aklınızı alıp bütün yazıyı unutup sadece finalin aklınızda olmasını.Veya "Ne kadar bütünlük teşkil eden bir yazı olmuş bu yazı bana çok şey kazandırdı" demenizi.

Ama olmadı sevgili okur olamadı ve ben bu yüzden ben de


Çok pis bi durumdayım şu anda.

EY OKUR!

OKUYORSAN

SES VER!

OKUMUYORSAN

PES DER!

BU YAZAR...

12 Mayıs 2008 Pazartesi

ANNENİZLE NASIL TANIŞTIM?






3 sezondur yayınlanmakta olan “How i met your mother” en çok güldüğüm dizilerden biri (Coupling’ten sonra tabi.)Eleman, 3 yıldır çocuklarına anneleriyle nasıl tanıştığını anlatmakta. Ama daha değil tanışmak,müstakbel annenin yakınından bile geçemedik henüz. Dizinin en büyük esprisi de bu zaten. Lost’ta olduğu gibi elli bin tane gizemi kucağımıza bırakıp geri çekilemeyeceklerine göre böyle bir merak unsurunun olması iyi bir şey. Neyse, duyduğuma göre bu dizinin Türk versiyonu da çekilecekmiş.Adı da “Ananızla nasıl tanıştım” olacakmış(valla ben duyduğumun yalancısıyım (böyle bi isim mi olur yav?)) Başrolde de Amerikan versiyonundaki başroldeki kıza çok benzettiğim Ayşe Tolga oynayacakmış.

AHANDA RESİMLERİ: *

Hazır bu benzetme lafı açılmışken Terms of Endearment’ı izlerken “Ya, ammada benziyorlar, OHA! Ya…” diyerek filmi doğru düzgün izleyememişe neden olan bir benzerlikten bahsedeyim.

Ben çok benzettim. Benziyorlar değil mi?Neyse bu benzerlik mevzuunu daha sonra açmak kaydı ile kapatalım.

Nerde kalmıştık? Heh! Tamam.Şimdi bu dizinin Türkiye’de tutacağını pek sanmıyorum.Mesela çocuk diziyi izler merak ve heyecan içinde babasına sorar:
- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Görücü usulü…
E yani sadece bu kadar mı? Elin Amerikalısı 3 yıldır dizisini yapıyor, daha annenin “a” sına şahit olmuş değiliz, sen ise 2 kelimelik cümleyle işi bitiriyorsun? Dediğim gibi Türkiye’ye pek uygun değil bu iş.
Ben de düşündüm bazısı sadece bize özgü olabilecek bazısı da global(!) sayılan “anneyle tanışma hikayeleri düşündüm.

- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Şimdi annemin görümcesinin kaynı, annenizin halasının eltisinin torununa komşuymuş.Görmüş beğenmiş.Demiş bizim bi akrabanın bekar bi oğlu var münasip bi eş arıyor…


- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Msn adresini bi arkadaştan almıştım.Bir akşam bi baktım online olmuş.Hemen bir titreşim gönderdim.Cevap vermedi naza çekiyor kendini tabii.Bizde de gençlik var o zamanlar.Bi titreşim daha gönderdim.Dedim “slm ben Kadir” “hmmmm” diye cevap verince bana, hemen atladım “cam var mı diye”…


- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Dest-i izdivaç programında göbek atarak…


- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Şimdi arkadaşlarla bara gittik.Böyle etrafı kesiyorum oltaya düşecek birisi var mı diye.Sonra bi kızla kesiştik dedim ben bu gece bu kızı ağıma düşürürüm (hala ağımdan çıkmak bilmedi)

- Barış baba annemle nasıl tanıştın?

- Kuyu başına vardım.Zeynebim gelir diye.Nasıl haberini almışsa dayı emmi hep orda…


- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Üniversitedeyiz.Arkadaşımın bi sevgilisi var.Dedi ki: “Oğlum yanımızda sap sap dolaşma bizim Derya’nın bi arkadaşı var, onu yapalım sana”…
...

- Baba annemle nasıl tanıştın?
- Nikahtan sonra…


- Baba rahmetli annemle nasıl tanıştın?
- Tanışmadım ki! Cami avlusunda buldum ya seni
- NEYYY!!!??
- Ouu büyük gaf………………….
*(resimleri buluşlar ve fikirler TAMMAMİYLE bana aittir)

10 Mayıs 2008 Cumartesi

Bora Öztoprak- Ne olur



Küçükken çok sevdiğim bir klipti.Gerçi hala öyle. Bi paylaşayım istedim.


Küçük bir şey daha paylaşayım.Bu gün teyzenin biri (Şimdi isim verip de kimseyi efendim....) Var mısın yok musun yarışmasıyla ilgili konuşuyordu.Yarışmayı çok sevdiğini çünkü "beynini yormadığını" söyledi.

"Ah ulan ah ne olur şu insanlarımız beynini biraz kullansa da, yorsa" demek geldi içimden.

Neyse...

9 Mayıs 2008 Cuma

METAFORİK ALİGORASYON



Metaforu çok seviyorum. Hayır kullanmayı veya okumayı değil kelime olarak çok hoşuma gidiyor. Çok havalı bir kelime değil mi sizce de? Herhalde sadece bana havalı gelmediği için bu kelime, bir çok da kullanan kişilerle karşı karşıyayız.Bir şeyi başka bir şey kullanarak benzetme yapmak…Çok akıllıca bir şey.Yani öyle bir şey ki sadece zeka seviyesi tavan yapmış kişiler tarafından yapılacak bir şey gibi duruyor değil mi?Hayır efendim içeriğinden dolayı değil elbette kelime olarak.Mesela şöyle:
- Ooo Hayrettin Abi ne haber görüşemiyoruz?
- Çölde yolunu kaybetmiş bir hipopotamım ben!
- Hee o zaman ondan olabilir.
- Olabilir…
Gibi.Genellikle edebi eserlerde veya şarkılarda kullanıldığı için günlük konuşmalarda biraz abes kaçtığının farkındayım ama hipopotam yerine kutup ayısı ve bedevili olan şey her zaman da kullanılmakta(gerçi o artık atasözü kıvamında ama neyse).


Mesela şarkıları ele alacak olursak “Allah belanı versin!” gibi hissiyatını direkt olarak anlatan eserler olduğu gibi bu işi metafor kullanarak yapan eserlerin sayısı da hiç de az değil.Mesela: “Suya yazı yazmak gibi seni sevmek” lafını ben çok severim.Kim bulduysa Allah Belasını!..(Öhö öhö, pardon…) Allah razı olsun.Bulunup bulunacak en okkalı metafordur.Hani suya yazı yazılmaz ya seni sevmek de zordur hesaaabı (öyle di mi bi yanlışım olmasın, Amman).Suçum sevmekse idama razıyım hakim bey (Yaz kızım, zanlı suçunun sevmek olduğunu… ehe ehe).Bir okkalı metafor da bu.Yalnız bu metafor olayı çok arabesk kaçmış gibi olmasın bunlar aklıma ilk gelenler.Mesela şu da var “Nar çiçeğinden haylazım, gül dalından hovarda” gerçi ne anlama geldiğini tam olarak anlamasam da güçlü bir şeye benziyor.(O zaman ne diyoruz masum perçem dökülsün haydi haydi haydi…)


Tabi bu metafor olayı şiirlerde büyüklüğünü göstermektedir doğal olarak.Mesela bana bu yazıyı yazmama sebep olan Yahya Kemal Beyatlı’nın şiiri.Ne demiş şair “Bir çok giden memnun ki yerinden, dönen yok seferinden.”Bence bu, metafor olayının şahı değil şahbazıdır.Tabi Yahya Kemal tahmini olarak yazmıştır bu şiiri, gidenler memnun olmayadabilirler.Gemi kaza yapmış gemidekiler de gemi kazanına düşmüş olabilirler.(Al sana bi metafor) Peki Yahya Kemal bunu demiş de Ahmet Haşim durmuş mu? Durmamış elbet, o da “Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden” demiş.Gerçi bu lafı sonbaharda dökülen yaprakları eteğiyle süpüren yaşlı ninesine söylemiş olabileceği hakkında dedikodular da yok değil ama biz bunlara kulak asmayalım yine de.

NE KADAR OLDUĞUNA YAZDIKTAN SONRA KARAR VERECEĞİM KADAR ADIMDA METAFOR NASIL YAPILIR?

1.Adım: Önce ne hakkında metafor yapacağın hakkında bir karar ver.(Mesela patlıcan: Sabahleyin patlıcan ağlamış (Çiy düşmüş hesaabı)Sonra bize içini döktü(İçini oyup kızarttık işte))
2.Adım: Metafor yapacağın şey hakkında ne hissediyorsun ona bir karar ver.(Mesela Ayşe diyelim çok güzelmiş. O gün Ayşe’nin yanına gidip “Ayşecim gözlerimi geri verir misin?Onlar olmadan göremem.(Gözlerimi senden alamıyorum hesaabı.(Ayşe de bunu anlasın be de neyimJ))
3.Adım: Metafor yapacağın şeyi en alakasız duruma benzet.(bknz: Yukarıdaki örnek.Veya durun bakmayın bir tane daha bulayım:
- Pirana dolu bir akvaryuma düşmüş montofon ineği gibiyim abi.
- Eeee?
- Şanssızım işte.
- Hee! Doğru düzgün anlatsana kardeşim böyle dolanbaçlı yollardan anlatıyorsun.Gıcık mısın?)

Eveet kaç adım oldu? 3 mü? Şimdi değiştirmeye üşendim başlık dursun öyle.Neyse efendim iyi günler dilerim.
- Eeee abi sonuç ne oldu şimdi?
- Sonuç mu?Şeyy Metafor iyi bi şeydir. Türkiye’de metafora gerektiği kadar ilgi gösterilmiyor.Burdan yetkililere sesleniyorum.Duyun bu metaforun sesini!! Oldu mu?
- Oldu…

8 Mayıs 2008 Perşembe

Keskin Abi Sizin İçin Geziyor





Hiçbir Maceracı Ruha Sahip Olmayan
Keskin Abi’nin Gezileri NO:1

Hindistan
Öncelikle herkese merhabalar demek istiyorum efendim.Eveet işte geçenlerde Hindistan’daydım.Gezdim, gördüm.Ne yaptım ne ettim hepsini birer birer anlatacağım.
Yukarıda gördüğünüz yapının adı Tac Mahalmiş.Bu yapıyı yapmanın ne mahali var imiş bak orasını anlamış değilim.Şimdi efendim Süleymaniye Cami’sini düşünün.Düşündünüz mü? Şimdi tekrar düşünün. Ehe ehe…Neyse işte aha bu da bizim caminin biraz daha büyüğü işte.Şah Cihan diye bir savurganın sırf karısı öldü diye (Karısının adı da Ercüment’miş.Ben bu işe akıl erdiremedim.) yaptırdığı bir gereksizlik abidesi bu efendim.Öyle önünde su falan var işte o kadar.

Altın Tapınak
Tac Mahal’e gereksiz demiştim değil mi? Erken konuşmuşum.Yine böyle enteresan bir yere gittik.Dediler ki altın bir tapınak var.Yav dedim savurganlığın da böylesi olmaz.Hindistan’da millet yarı çıplak gezerken ne bu yani suyun ortasına altından bir tapınak yapmışsın.İşte önünde de beyaz bir bina var.Bana hiçbir anlam ifade etmeyen bir yerdi yani burası.


İnsanlar yarı çıplak demiştim değil mi? Yine erken konuşmuşum.Yolda giderken birden bu adamlar etrafımızı çevirdi.Altlarında giyecek donları olmadığından falan bahsettiler.Ben sonradan giydirdim.Allah’tan tek usturuplu giyinen Ranjit’ti.Hepinize selam söyledi,üstümde kalmasın.
Bonbay
Sonra Bonbay denilen sıkıcılığın başkenti olabileceğini düşündüğüm bir yere gittik.Adı gibi çok bayık bir yermiş burası.Resimde görülen binası en güzel yapısıymış yani düşünün.Garip gurip bir bina önünde bi de çeşme namına yapılmış heykelli meykelli bi şey.Çok sıkıldım çoook!
Maymun Tapınağı
En son olarak da buraya geldik.Dedim nedir bu.Dediler tapınak.Yav dedim adamlarda hem cami var hem de böyle bi tapınak.Kafaları karışık bir millet bu Hintliler vesselam.Hee buraya gelmek için de 2 saat yürüdük.Rehberi zor aldılar elimden zaten.Göstere göstere bunu gösterdi.Taş üstüne taş koymuşlar işte ne var ki bunda.

Neyse efendim gezimin sonucu olarak “Eee Keskin Abi tavsiye eder misin Hindistan’ı?” derseniz, yakınından bile geçmemenizi öneririm.Tabi bu benim düşüncem her görüşe saygım sonsuzdur.Ama ben olsam gitmeden önce düşünürdüm biraz.Bir sonraki geziye çıkarsam görüşmek üzere efendim.Gezmenize gerek yok Keskin Abi’niz size yeter!

7 Mayıs 2008 Çarşamba

ÖLÜRSEM YAZIKTIR

Bir meyhane...Meyhanede yaşlıca bir kadın ve karşısında orta yaşlarını sürmekte olan bir adam.İkisi de Alman ve Türkiye'deler.Kadın kızının cenazesi için gelmiş...Adam babasının kapatmasının cenazesi için gelmiş...Kadının ölen kızı, hapisaneye düşmüş kız arkadaşını kurtarmak için Türkiye'ye gelmiş.Ölen kızın sevgilisinin annesi ise adamın babasının, ölen kapatması.Adam da kızı aramak için Türkiye'de kalmış.


İkisi de karşılıklı rakı içiyorlar...


Ve fonda Sezen Aksu'nun sesinde:


"Ölürsem yazıktır" şarkısı çalıyor.


Böyle ironik bir film Yaşamın Kıyısında.Tesadüf mü kader mi karar vermediğimiz bir sürü olayların birbirine geçmesi üzerine kurulmuş.Ama filmi izlerken hiç bir karmaşıklık hissi duyulmuyor.Her şey çok normalmiş gibi seyrinde ilerliyor.Aynı içinde milyon karmaşan ve karışıklığın yaşandığı "hayatımız" gibi.Zaman akıp gidiyor ve elimizde dünden hatıra hiç bir şey kalmıyor.


Kadın kızının sevgilisi olan kızı hapisten çıkarıyor.


Adam da babasını affetmek için memleketine gidiyor.


Kız ve kadın eskiden ölen kapatmanın resminin asılı olduğu kitapçıya giriyor.Ama adam kızgınlık anında resmi yırttığı için kız annesinin varlığına (veya yokluğuna) şahit olamıyor.Kitapçıdan çıkarlarken kamera sanki dalga geçermiş gibi eskiden resmin olduğu boşluğu gösteriyor.



Adam da babasını bulup denizden gelmesini bekliyor.Bir umut gelmesini beklerken jenerik akmaya başlıyor.Biz de "yaşamın kıyısında" oturup jenerikle birlikte motor sesini duymayı bekliyoruz...