19 Kasım 2008 Çarşamba

GÜNAYDIN ÇOCUKLAR


Renksiz bir toplum muyuz yoksa bize dayatılan ünlüler mi renksiz bilemiyorum.

Mesela Pink'in So What adlı şarkısını ele alırsak

Ne diyor kızcağız:

Kocamı kaybettim nereye gittib bilmiyorum.Amaan ne yaparsa yapsın Dadadadada ben bir rak starım zaten ne istersem yaparım

tarzında bişeyler söylüyor

Peki bunu niye yazmış?

Eveeet kocasından ayrılmış o yüzden yazmış

Dream Tv de bir program var

Şarkıların Öyküleri diye

Mesela adam "Mavi güneşin altında yağmurun altında elele tutuşalım sevgiliiim" tarzı bir söze sahip şarkı söylüyor

Ama işin aslında adamımız 1 ay önce kaybettiği kız arkadaşı için bu sözleri yazdığını anlıyoruz.

Bizde de benim bildiğim Dumanın Solistinin kız arkadaşı ölmüştü;

Acaba "Hangi oje yakışmaz kız sana?" adlı şarkıyı ona mı yazmıştır bilemiyeceğim

Tabii ki burdan ölenlere rahmet yakınlarına baş sağlığı...,


Demem şuraya varıyor ki:

Misal bizde deşarkı sözü yazan abilerimiz ablalarımız var

Soruyorlar:Acaba bu şarkı sözü kime yoksa ex kız arkadaşına mı heee? diye

Bizimkiler ne cavap veriyor

-Tabi yaşanmışlıklar olmuştur.Burada bir kişi üzerinden gidip de şarkı sözü yazmak gibi bir şey olamaz.Hayatım boynca yaşadıklarım yada başkalarının yaşadıklarını gözlemlediklerimle birlikte duygu ve düşüncelerimle harmanlayıp bu yoğun anlam taşıyan sözler ortaya çıkıyor.Burada yazılanlar artık benim olmaktan çıkıp tüm sevenlerimin ve dinleyicierin oluyor

gibisinden laflar

Peki sonuçta ne çıkıyor

"Şeytan diyor yanaş şuna

Adını anma sataş şuna

Ağlama yarim boşuna

Belki gider senin de hoşuna"

tarzı falanest tarzı gurebalıklar...

Hissetmeden yazıyoruz çalıyoruz söylüyoruz.

Sonra da gittikçe renksizleşiyoruz.

Beyaz programına katılan Sezen Aksu'ya sormuştu:

"Dört Günlük Bir Şey adlı şarkınızı çok seviyorum.O nasıl sözler öyle?Acaba hangi yaşanmışlıkların üzerine yazılmış bir şarkıdır acaba" diye

Minik Serçemiz ne cevap verdi:

"Yaa aslında Sinan Çetin bu ada sahip bir film çekecekti, ona istinaden yazdım bi anlamı yok yani"

Güle güle bu şarkıyla yaşanan acı tatlı hatıralar.Güle güle 4 gün beraber olduğum sevgilimin ardından dört yıl boyunca dinlediğim beni benden alan şarkı sözlerindeki o derin anlam

Merhaba Sinan Çetin'in filmi için yazılan promosyonik gudubet.

Bir millet hep bu tarz şarkılar yazan birisinin duygularını kendine pay çıkarıp anlamlandırarak büyüdü,sonra da diyoruz bu millet adam olmaz diye.

Olmaz abi, bu griliğin üzerine eflatun,pembe,haki tonlar atmadıktan sonra bizden hiiç bi şey olmaz...


(Çamurr bile kahverengiii...)

13 Kasım 2008 Perşembe

Yandım Kız Blogları Elinden!


Kız blogları ile haşır neşirim şu sıralar.Aslında biraz da tesadüfen oldu bu olay.Ben mutlu mesut koskoca blogsferde tek başına yazan adamım diye düşünürken bir de baktım benden başka yaşam belirtisi de varmış burada.
Şaşırmışlığın ve hayal kırıklığın verdiği hissi kalbel vuk-u ile biraz araştırayım dedim blog sakinleri neler neler yapmakta.

Onların neler neler yaptıklarına baktıktan sonra bir de kendimin neler neler yaptığına bakayım dedim.Bakmaz olaydım.Benimki onların yanında neymiş.Neymiş?Hiç bişeymiş.Pü Allah belanı vermesin blog gibi diyerek kendi bloguma bir yabancılaşma hissi hissettim.(Hissi Hisset!Hisseli Harikalar Kumpanyasında Bu Gece!Not:Erol Evgin peruk takmamaktadır.)
Hakikaten bu kızlar yepisyeni süpersonik bayandan temiz bir dünya kurmuş kendilerine.Sadece kendileri de olsa iyi onlar gibi yüzlercesini de almışlar yanına ooh müthiş bir sanal cemaat oluşturmuşlar.

Kah bugün ne yediklerinden, kah sevgilisinin sivilcesini nasıl da büyük bir zevkle sıktıklarından,kah hayata karşı bi duruşumuz var diyen Panda reklamındaki çocuklar tribinde takılaraktan,kah hayatta yüzüne karşı hiçbir şey söyliyemiyeceği adamların arkasından maaşallah kol gibi saydıraraktan,kah, kah kah gülerekten (yalnız ne kah denildi be abi!) günlerini geçirmekte bu hanım kızlarımız.

Ve ben bu hanım ablaların bloglarını gördüğüm an kendi blogumdan tiksindim.Ben ne yapıyordum.Bu yazdıklarım ne akla hizmet eden şeylerdi.Benim yazdıklarım neden hep 0 (yazıyla sıfır) yorum olurken onların yorum yerine egzantirik şeyler yazan "gelen yorumlar köşesinde" yorumlar dolup taşmaktaydı?Eksiklik bende miydi yoksa onlarda bir fazlalık vardı.Bana soracak olursanız benim tüm eksikliklerim onlarda kat kat katlanmış fazlalık etmekteydi.

O derece utandım.O derece sıkıldım.Hayatı sorgulamaya başladım.Hayatı bu blog eksenine indirgeyerek anlamlandırma telaşına girdim.Ama bi şeye varamadım.Onlar her zaman vardı ve var olacaklardı.Onlar her zaman takdir edilecek baş üstünde tutulacaktı.Belki bir iki seven çıkar diye yazdığım yazılar görmezlikten gelinecek,millete zorla okutmaya çalıştığım yazıyı bile okuma tenezzülüne girilmezken onların yüzlerce binlerce takip edeni seveni olacaktı.

Onlar bunun için doğmuştu.Peki bizim gibiler ne için doğmuştu?O hala bir muammaydı.

İşte bu duyduğum tarifi namümkün kıskançlık tripleri içersinde ben de bi kız blogu yapsam ne olur lan diye düşündüm.Bu olay düşüncede kalamazdı yaptım da buyrun burdan yakın...

İTİNA İLE YAPILAN KIZ BLOGU


Önce bloga çok delice bi isim bulayım
Heh Buldum!

ÇİLEKLİ PASTANIN ÜSTÜNDEKİ JUDOCU SİNEK :) (gülücüğüm olmadan asla!)


(Bu günkü yazım olsun bu!)

Üffffffff çok sıklyrmmmmmmmmm!!!:((


Yaaaa bugün çok cnm sıkkın


Öfff beeeee!

Nabiyon blog.Evet başta da dediğim gibi cnm çoooook ama çok sıkkkkın.Hatta sıkkkkkkkkın.Sıkkın sıkkın sıkkın!

Hayat niye bana böyle yapıyo yaaa.Benimle mi bu hayat denilen karmaşık kozmopolit yaratığın işi hepppppp.

Gitsin artık uğraşmasın benimle yaaaaaaa.

Bıktım bu sistemin çarklarından:(((((((((((((((((

Ne oldu anlatıcam ama gülmeyin TAAM MI?

Hani Mert var ya.Lülü (burda araya gireyim.En çok sevdiğim olaylardan bir de bu "lakaplar".Çok yaratıcılar.Ben niye yapamıyorum ki bunları?)'nün arkadaşı.

İşte bu Mert ki ben ona kısaca Gustav Flubert diyorummmm:))) (bu benden).Gitmiş gerizakalıı malmanyak Lülü'ye Çişoş (bunu yazan kız bu da.)'un çıktığı var mı demişşşşşşşşşşşşşş....

Peki ben bunu kimden öğrendim biliomusunuz.

Mert'in eski çıktığı Cerendeeeeeeeeeeeeeen.
Offfffffff.Allahım çıldırıcam inamıormmm:(((((((Bi kızın başına gelicek en kötü şey değil mi bu yaa!Bu geçen seneki Nekrem olayından bile kötü yaaaaa!!!!

Bizim Lülü de hiç bişey olmamış gibi davranıo ya asıl ona gıcık olurmmmm:((((

Allah'ım naapçam ya?Nooluy nooluy bana yardım edin:(((((((((((

(jANLARIMMMM YAAAA:)))))


(Burda bitiyo Çişoş'umuzun yazısı.Ama altta "gökte uçan penguen:12 tarzında bi şey yazıyo.Anlıyoruz ki bunlar gelen yorumlarmış.)

Yaralı Çilek Dedi ki;



Üff hakikaten de pis bi durummuş.Kız Çişoş nedir bu erkeklerden çektiğin senin ya.Benim başıma böyle bişey gelse Lülü ile bir dakka bile arkadaşlık etmem.Bi arkadaşa yapılır mı bu yaaaa:((((


Kazakasker Dedi ki;

Ben senin yerinde olsam Mert'le çıkmazdım.Seni haketmio bence.Daha iyilerine layıksın.İstersen msn'mi vereyim dertleşiriz mailto:biraz.kazakasker1453721@hotmail.com.Ekle pişman olmazsın ;)

(Gibi yorumlarla da blog süsleniyor.


Burdan sesleniyorum Çişoş'a yardım edelim ve bu blogları sevelim.Çağdaş Türk kızları bu bloglar sayesinde ayakta kalabiliyor çünkü...)









12 Kasım 2008 Çarşamba

Bee Boc Değiliz

Ünlü bir adam bu Bee Boc.Seveni çok.Sevmeyeni de yok gibi herhalde.Kendine göre kuralları olan bir adam bu.Mesela her şeyin en iyisini o biliyor.Kendine güveni de çok fazla.Hayatta yapamayacağı şey yok gibi.Galiba çoğunu da yapmış.Çoğu şeyi yaptığı için herkese akıl vermeyi çok seviyor.Ben biliyorum peki neden sen bilmiyorsun,o zaman al sana benden bilgi al da öğren.Ama benim öğrettiğimi de unutma diyor.Her yerde yay Bee Boc’un ne kadar mükemmel bir adam olduğunu.

Başkalarının düşüncesini sevmiyor.Başkası kendisinden fazla ne bilecek ki.Saçmalar sadece.Başkalarını başkalarına anlatmak için kullanıyor sadece.
Zamanı çok değerli.Ne zaman yanına gitseniz meşgul.Her zaman dünyanın en önemli işini yapmakla meşgul hem de.Sizin gibi küçük işlerle oyalanmıyor.Yaptığı her şey önemli ve büyük oluyor.

İnsanları dinlemiyor.Diğerleri zaman kaybı onun için.Sadece kendi yaptıklarını anlatmak için diğerlerini bir araç olarak görüyor.

Böyle bir adam işte Bee Boc.Çok da meşhur.Herkes aynaya baktığında Bee Boc’tan bir parça görüyor kendisinde.Diğerlerinin ona Bee Boc gibi bakmasını istiyor.Bee Boc ile anlam buluyor sadece.Kendi yaptığı şeyleri Bee Boc yaptığı için seviyor.Yoksa yaptığı hiçbir şeyin önemi yok onlar için.

Ve böylece her yerde yeni bir Bee Boc karşımıza çıkıyor.Onlarla aynı havayı solumak zorunda kalıyoruz.Kaçarı olmuyor.Biz de Bee Boclaşıyoruz yavaş yavaş.Ayakta kalmanın tek çıkar yolu bu çünkü.Bee Boclar Bee Boclar ile iletişim kurabiliyorlar.

Ben de kendimi Bee Boc zannederken ve bu durumdan hiç de şikayet etmezken nedendir bilinmez bir aynaya bakma isteği hissettim.Aynaya baktığımda hep “Bee” kısmını görüp mutlu olurdum.Nereden bilirdim Bee’in bir de Boc kısmının olduğunu.Asıl bizi bizlikten çıkaran sahtekar,ukala,riyakar,benmerkezci,sadece kendi yaptığını önemli zanneden,başkalarının yaşam
hakkını hiçe sayan kısmın Boc kısmı olduğunu.
İşte yine nedendir bilinmez diyerek beklide yanlışlıkla aynada Boc kısmımı gördüm.Artık Bee Boc olmanın çok da iyi bir şey olmadığını anladım.Kendimi Bee Boc zannetmenin hiçbir halta yaramadığını kavradım.
O zaman çıkıp bağırmalıydım “Ben Bee Boc değilim” diye ve eklemeliydim “Siz de Bee Boc değilsiniz kendinizi onun gibi görmeyin”Ama Bee Boc’lar kimseyi dinlenecek düzeyde görmediği için duymazdı bu söylediklerimi.

Maalesef “Ben Bee Boc değilim” demek işe yaramıyor böylece.Bee Boc’larla aynı havayı teneffüs etmekten başka bir çare kalmıyor.Sadece kendi içinizden bilebiliyorsunuz ne olduğunuzu.O da yetmiyor işte.
O yüzden benden size tavsiyem aynaya bakıp “Bee Boc” olmadığınızı kavrayabilmeniz.Acı ama gerçek bu.Size geçici zevk verse de sonra bunun zararını da göreceksiniz.
Başlığı yinelemekte fayda görüyorum.Maalesef Bee Boc değilim ve siz de değilsiniz anlayın artık!


(Bunu yazarken ben de Bee Boclaştım orası ayrı…)

1 Kasım 2008 Cumartesi

Sarı Saçlı Sarı Dişli Yar





Bazen bi şey görürüm.Ona mal mal bakarım.Ama bazen bi şey görürüm o gördüğüm şey beni derin düşüncelere salar.Üzerinde felsefi çözümlemeler falan kurasım gelir.Peki kurar mıyım derseniz.Bir cevap veririm ama size özel olarak veririm tamam mı?Şimdi burada toplum önünde olmaz yani.

Neyse ne diyordum mal mal, bakış felsefi açmazlar falan.Mesela bir aralar saksağanlara kafayı takmış birisi olduğumu söylesem size.Ne düşünürsünüz?”Dam üstünde saksağan,ne alakası var ulan” mı dersiniz içinizden pis pis sırıtarak.Yoksa “hmm ben de bazı zamanlar saksağan üzerinde derin düşüncelere vakıf olmuş birisiyim, ne kadar ortak özelliğimiz var seninle” deyip yazıyı okumaya devam mı edersiniz?Bunun cevabını da özel alarak alayım malum toplum moplum.

Bir konu üzerinde giderken başka konulara sapıp asıl meseleden uzaklaşmanın bir adı var mı acaba.Merak ettim.Vardır herhalde, çünkü ota boka isim koymayı çok severiz.Baktık yabancı memleketlerde bizim isimlendiremediğimiz bi şey var hemen yabancıca(?) sını alır kullanırız değil mi?Bizim ecnebi milletlerden ne eksiğimiz var ki?Değerli Atatürk’ün de işaret buyurduğu gibi “Muasır medeniyet seviyesi…”Çoğu kez duyuyorum bu lafları başbakandan,cumhurbaşkanından.Ama sadece muasır medeniyetten bahsederken Atatatürk’ten bahsediyorlar.İlla bir konuşmalarında Atatürk’ten bahsetmenin zorunluluğunu hissettiklerinden ezberden hemen bunu deyiveriyorlar.Mesela “Atatürk’ün de işaret buyurmuş olduğu gibi “İstikbal göklerdedir!” demiyorlar.(Ki Emre Aköz bunun Atatürk’ün sözü olmadığından bahsediyor.Bilemiyorum.Değilse istikbalimi nerede arayacağım o zaman.(Mobilyacıda mı?Güzeldi(!))Yani anlayacağınız zorundalık monotonluk doğruyor.

Peki bu konuşmaların saksağanla olan ilişkisi ne acaba diye soruyorsunuz.Yok. Ama öyle bir yere bağlarım ki konuyu.Hayatın anlamının saksağan olduğu falan çıkar ortaya.O yüzden üstüme gelmeyin derim ben.
Heh hazır saksağan demişken (ne zaman?) beni alıp bir yerlere götüren düşüncemden bahsedeyim isterseniz.Mesela bülbül değerli bir kuş değil mi.Neden?Güzel ötüyo falan değil mi?.Hayır efendim bence değl.Bülbül değerli çünkü, az!Ama saksağan değerli mi?Yok canım ne değerlisi her tarafta uçup pisleyip duruyor namussuz(baba,selam!) saksağanlar.Değersizler çünkü çoklar.Ya dünya üzerinde 3 saksağan olsaydı.O zaman ağzınızı açıp pislemesi için altına geçmez miydiniz saksağanın.Boku bile değerli kuşun ne kuş olacaksa artık!


İşte çokluk,azlık nerde çokluk hani nerde diye düşüncelerle aklıma şöyle bir düşünce geldi:


Belki Allah dünya üzerinde çok bulunan şeyleri çok değerli olduğu için yarattı.Yani o kadar değerli bir şey ki herkes yararlansın.Belki de ne biliyorsunuz saksağanlar “Allah’ın sevdiği kul(ş)’tur.Belki ne kadar çok olduğu onun ne kadar değerli olduğunun göstergesidir.


Buradan varılan sonuç şudur:Toplumsal şartlanma.Önyargıyla yaklaşım gibi bir şeyler.Ki benim de en nefret ettiğim şeydir bu.Mesela güzellik olayı ele alsak.Kadının biri Barbie bebeklere benzeyeyim diye 100 küsür ameliyat olmuş.Peki olmuş mu?Bence eski hali daha hoş.Ama nedir bizim küçük kızlara aşıladığımız şey.”BEBEK- BARBİE-GÜZEL-ZAYIF-DEMEK Kİ BEN DE BENZEMEK BARBİE Kİ-OLAYIM GÜZEL-SELAM BEN TARZAN BU DA SÖZLÜM CEYN”Tarzan mantığı işte başka bi şey değil(Bu mantıkla Ceyn’i götrüyo ama Çita’m sağolsun).

Bu güzellik konusunda lisedeki hocamın sözü aklımdan hiç çıkmaz “Güzellik görecelidir!” Yok sadece bu değil bi de “Mesela Afrika’daki kadınlar timsaha benzemeye çalışırlar, onların önündeki güzellik timsali de odur” demişti.İşte bu kadar.Başka söylenecek söz var mı.Ya da timsaha benzemek için 100 ameliyat yaptıracak bi babayürek.

İşte bu düşüncelere dalmamın sebebi tramvayda sarı saçlı bir kız görüp, güldüğü zaman saçlarıyla aynı renkteki dişlerini görmem.Ve gayriihtiyari olarak. “Yuh be dişlere bak insan bi fırçalar” diye ayıca bir düşünceye gark olmam.Ama sonra sağlim kafayla düşünüp, “nasıl ki insanlar kıyafetine göre ayakkabı seçiyor bu hanım kızımız da dişini saçına göre sarartmış olamaz ” gibi belki de en son akla gelebilecek şeyi düşünüp “niye olmasın ki lan?” diye iç geçirmem.Hakikaten niye olmasın?Niye kimse timsaha benzemek istemesin, niye kendini kediye benzeten adama “salak lan bu” diyelim.Barbie’ye benzemek çok mu akıllıca yani.


Sonuç olarak diyorum ki “Kahrolsun önyargı, yaşasın bağımsız yargı!" Ergenekon’da ne oluyo lan bu aralar?


Dipnot: Bu yazının ana fikri düşüncenin kontrol edilmezse sizi istemediğiniz farklı sularda yüzdürebileceğiydi.Peki bu iyi bi şey mi?Her şeyin giriş gelişme ve sonucu mu olmalı.Sanki hayatta her istediğimizin sonucunu alıyormuşuz gibi…

FRANSIZLAR HAKKINDA



(Üst üste 7 kez Mademoiselle Chante Le Blues-Patricia Kaas şarkısı dinleyerek yazdığım yazı...)




Hiçbir şey bilmiyorum desem.Olur mu.Valla bence olur.Peki bunu bir espriyle süsleyerek Fransızlar karşı Fransız kaldım olarak belirtsem ne olur.Fazla bir şey olur mu acaba.Yoksa olmaz mı.Bilemiyorum.Bilsem bile söylemiyorum.Konuşuyorum ama boşa.Belki de konuştuklarım gitmez pek hoşa.Peki kafiye üretmek için inanmadığı tam olarak anlatmak istemediği şeyi yazan şair var mıdır acaba.Bana bakmayın.Benim her şeyim zaten kafiye üzerine kurulu.Yoksa bi şiir yazsam içinde hiçbir duygu barındırmam ben.Yeter ki kulaklara hoş gelsin
Geldim
Deldim
Seldim
Beldim
Gibi ne kadar da kulağa hoş geliyor değil mi.Peki başına bi şeyler kondursak mesela
Ah yar ah koşarak sana geldim
Evet tahmin ettiğin gibi dağları deldim
Önüme çıkanları silip süpüren bir seldim
Kazma veya çapa değildim yar bildiğin sade bir beldim
Bel diye bir alet var di mi Ben öyle hatırlıyorum.Ama eğer yoksa vay benim halime.Sadece kafiye için şiir yazan bir şair olurdum o zaman.Yazdıklarımın hiçbir içeriği olmadan aklına ne geliyorsa yazan basit bir adam.
Aklına gelenleri yazan adam basit oluyor.Ama susan adama karşı saygıda kusur etmeyiz.Kim bilir içinde ne fırtanalar taşıyordur.Neler biliyordur da bizimle paylaşmama cimriliğindedir.Ne demekse o.Susan adam iyidir.Konuşan adam kaka susan adam cici.Niye?Susan adamdan zarar gelmez.Susan adam seni dinler.Susan adam sana karşı gelmez.Susan adam sen saçma sapan akla hayale gelmeyecek basitlikte bi şey söylesen sustuğu için seni onaylamış olur.Böylece ne olur.Senin egon şişip durur.Sen hala kendini üstün insan statüsünde görürsün.Susan adamlar sayesinde anca kendini tatmin edersin.Ama bir de kaka konuşan adam karşına çıktı mı o zaman kötü.O da konuşuyo çünkü.O da iki kelimeyi bir araya bir araya getirecek zekaya sahip.Aman Allahım ya benden daha zekiyse.Ya benim salaklıklarımı ortaya çıkarırsa…Susan adam nerdesin.Canım arkadaşım Bir tanem sen benim her şeyimsin.Sensiz ben bir hiçim.Çünkü sen bir hiçsin benim gözümde.Eee kendimi 1 saydığım için seninle birlikte tamamlanmış oluyorum.Amman 2 ler benden uzak olsun.1+0 la bir şey olan birisiyim ben.1-0 olsun bizim olsun.
Fransızlar hakkında bir şey bilmeye çalışsam bana ne katacak.Dilleri çok güzel falan deyip bi şeyler anlatıyorum işte.Başka da bi şey bilmeme gerek yok.Bilmemek bazen iyi.1 lerin yanında 0 olmaktan yani…

(Patricia Kaas:Buradan bizi okuyorsa selam iletmek istiyorum...)

18 Ekim 2008 Cumartesi

17 Ekim 2008 Cuma

FENA BENZETTİM (2)




Run Lola Run (Lolo Rennt) filmini izlerkene Moritz Bleibtreu abiyi




Dağhan Külegeç'e




FENA BENZETTİM


Bi daha baktım da pek de benzemiyorlarmış be!


PEH!

16 Ekim 2008 Perşembe

FENA BENZETTİM

La Vie Revée Des Anges filmini izlerken:









bize bakan kısa saçlı ablayı

'erkek' Özgü Namal'a FENA BENZETTİM!


O ablanın (Élodie Bouchez) şimdiki halini gördüm de


bi de bu http://www.imdb.com/name/nm0001965/

ablayı yıllar da FENA BENZETMİŞ!

12 Ekim 2008 Pazar

ŞİYİR (1)


Yağıyor yağmur çakıyor şimşek
Romantik cümleler bende bitmeyecek
Öyle bir kelime oyunu yapacağım ki
Valla hepinizin dibi düşecek

Çok acılar çekmiş bir adamım ben
Hepinize tepeden bakarım orası ayrı
Yazdığım şeylerle uzaklara dal sen
Acı çekmemiş şair prim alamaz gayrı

İşim gücüm hava atmaktır benim
Hani şairim ya acayip gizemliyim
Şiirlerimi sadece kızlar okusun isterim
Okumakla kalmasınlar icraat de beklerim

Sistemin çarkları etti beni derbeder
Bu lafları beğenmeyen beni hemen kaybeder
Genelde sevgililerim bırakır beni terk eder
Kızlar şiiri beğensin kalmaz bende hiç keder

Çok duygusal biriyim zaman zaman ağlarım
Söyleyip herkese bunu biraz prim sağlarım
Bi yerde yaram varsa sanma onu dağlarım
Epey da zekiyimdir dörtlüğü böyle bağlarım

Kızlar ne olur kaçmayan biraz yaklaşın bana
Akla hayale gelmeyecek benzetmeler yaptım ama
Sevgiye aç biriyim yazarım bunu şiirle
Bu da tutmazsa artık alıcam gitarı
İnicem sahile

(Tabi önce öğrenmek lazım
-Akdeniz Akşamlarını öğren yeter
Ortam falan yaparsın)

9 Ekim 2008 Perşembe

Meksika Sınırı



hep bir meksika sınırım olsun isterdim,

alamancı komşumuzun siyah beyaz tevesinde kovboylar hep meksika sınırına giderdi

kimse dokunamazdı sınırı geçtiler mi

meksika sınırı isterdim en sevdiğim şairlere

hep hapiste olurlardı nedense

hapis yatmış olurdu yoldaşım gönüldaşım

saf tutmak istediğim namazda omuz omuza

hapse düşersin derlerdi tutup ciğerimden yazsam

en sevdiğim filim artisi hapsi boylardı

illaki filmin en güzel yerinde

camimizin imamı

edebiyat öğretmeni


meksika sınırımız olmadığından belki

ortasında dururlardı en canalıcı lafın

bir damar kabarırdı cümlelerinde

meksika sınırı olsaydı türkiye'min

ondokuz yaşımda sevdiğim kızla atlar geçerdim sınırı kimse dokunamazdı

yerine gayrettepe'de dayaklar yedim günlerce

uyutmadılar siyasi şubede

şimdi meksika sınırına iki saat mesafede

tekrarlayıp duruyorum kendi kendime

bir meksika sınırı lazım her memlekete

meksika'nın kendisine de.

MEHMET EFE

Önyargıdan yasaklardan banazlıktan uzak
Aşıp şu sınırı mutlu mesut özgür olsak

Ama ne yazık ki o memlekette gelicek bize dar

Amerika'nın Meksika'ya olduğu gibi

Meksika'nın da Amerika'ya sınırı var...


21 Eylül 2008 Pazar

DEDİKLERİMİZİ “MİYAVV” OLARAK ANLAYAN AMCALAR


Özlü sözlerim yok benim…

Bir olay karşısında ne hissediyorsam ne hissettiysem aynı şekilde söylerim

Güzelleme yapamam

Mübala, “haşa!”

Neysem oyum

Oyum neyse huyum da odur

Güzele güzel, çirkine de çirkin derim

Bilmediğim şey karşısında susar

Biliyorsam da söylerim

Her insan gibi kendimi farklı görürüm

Farklı olmadığımı görünce de üzülürüm

Öyleyse sizden hiçbir farkımız yoksa

Neden bizi ciddiye almıyorsunuz?

Neden dediklerimizi miyav olarak anlıyorsunuz?

Yoksa sizin gibi havlamayı

Bilmediğimiz için mi?

(Tüm “AMCALARA

Garfield ve benden….)

oyun

Trivial Pursuit (R) Bring on the 90s
Test your 90's knowledge in this special version of the popular trivia game.

14 Eylül 2008 Pazar

Keskin Abi Sizin İçin Geziyor





HİÇBİR MACERACI RUHA SAHİPOLMAYAN KESKİN ABİ'NİN
MACERALARI NO:3



Keskin Neişvabur

Selamlar çok değerli ve saygıdeğer okuyucularım.Sırf siz boşuna gidip yorulmayın, para harcamayın diye sizin için gezip duruyorum.Ama bana zul olan bu gezilerden sonra bir teşekkür mesajı, bir tebrik telefonu alıyor muyum?Maalesef koca bir "HAYIR".Varsa yoksa "Keskin Abi nerdesin?" "Nereye gittin gözükmüyorsun?" "Kocaman kocaman öpüorum MUCUKSS!!" gibi ahlaki ve gayriahlaki mesajlar.Bir yazar olarak zaten zaman zaman yaratım sıkıntıları çekip duruyorum,bir de siz beni kızdırıp beni iyice yormayın.

Neyse efendim yine bir yere gittim işte.Okuyun bakalım.

MALEZYA


Gittiğim yerleri sizlerle paylaşmadan önce.Malezya ile ilgili görüşlerimi paylaşmak istiyorum.

"Türkiye, Malezya olur mu?" ,"Malezyalılaştıramadıklarımızdanmıyız?" gibi tartışmalar yapıp durduk geçen yıl.Bir çok uyanık yazar da "Hadi bakalım gidip bir bi bakayım acaba oluyor muyuz?" diye gittiler, bir güzel de gezdiler.Benim anlayamadığım bir şey var şimdi.Acaba Türkiye Malezya olacaksa sadece geçen yıl bir hafta içinde mi olacaktı?O, Malezya olmak için özel bir zaman mıydı da şimdi kimse bu konuyu konuşmuyor?Şimdi istesek Malezya olamaz mıyız?

İşte bu gibi düşüncelerle ben de benim ne eksiğim var diyerekten düştüm Malezya yollarına bakalım oluyor muyuz,yoksa geçti mi o zamanlar?


Petronas Kuleleri

Başkent Kuala Lumpur'a geldik.Nereye baksam bu iki çirkin yapı gözüme ilişir oldu.Yazmayacaktım ama dayanamdım.Yazmayacaktım çünkü tek özelliği büyüklük olan bir şeyi yazıp sayfamı meşgul etmek istemem.Yapı üstüne yapı kondurarak övünmek de ne oluyormuş anlayamadım.O zaman bizimde kaçak kat çıkan gecekonduculara kızmamamız gerekir.Upuzun şekilsiz bir bina.Sırf şekil olsun diye yapılmış.Ülkeye hiç bir yararı da yok.Yer kaplamaktan başka tabi.Malezya da herhalde doğal bir güzellik yok ki böyle el yapımı ucubik yapılarla hava atıyorlar diye düşünmemek elde değil.

Malezya Çayı



"Doğal güzelllik yok didiydin peki bu ney Keskin ağabey?" dediğinizi duyar gibi olmadığımı sanmayın sakın sevgili cahil okuyucu!Bu mudur doğal güzellikten anladığınız diye sorarım size.Bunlar efendim çay bahçesiymiş.Yani bizim Rize'de hiiç olmayan şey (!)Bir de utanmadan yeşil alanı betonlaştırmış çevrecinin daniskaları.Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ama, her taraf toz duman,çok sağlıksız bir ortam burası.Sonra Türkiye'ye gelince "Aa Malezya Çayı ne güzel!" der içersiniz bu zıkkım zehirleri.Acıdım size ve Malezya halkına şimdi.

Nem Adası Toplu Konutları


Yav hakikaten buranın adının neden MALezya olduğunu burayı görünce daha iyi anladım.Bu nedir şimdi?Denizin ortasına toplu konut inşa etmişsin.Bunun rutubeti olur,tahtaları çürür,balinası köpekbalığı çarpar hiç mi aklına gelmedi bu.Kara sana dar mı geldi ey Malezyalı arkadaş?Hadi onu geçtim bir büyük dalga gelip yerle bir etse evleri hiç mi üzülmeyeceksin verdiğin paralara?Tsunami oluyor evleriniz su altında kalıyor,sonra sizin derdiniz bizim başbakanla Aydın Doğan'ı geriyor.Yapmayın etmeyin,bari bizi düşünün!

Tramvay










Malezya halkının en önemli sorun ne biliyor musunuz?Evet Trafik.Halk artık isyan ediyor.Malezya-Singapur arasına 7. köprüyü istiyor.Toplu taşıma olsa ah ne kadar güzel falan olur diyor.Peki sen ne yapıyorsun Ey! Malezyalı belediye başkanı?Allah'ın ormanının ortasına tramvay dikiyorsun.Neymiş "Turistler gezsinmiş".Lan ... ağzımı bozduracak şimdi bana tövbe estağfurullah, halkın aç bilaç trafikte sıkışırken, turist yeşillik görmiş börtü böcek görmüş kime ne?Bu nasıl belediyeciliktir anlamadım.Suyun da arseniklidir senin Allah bilir.
Cami





Sevgili okuyucu inanmazsınız ama Malezyalılar Müslümanmış.Bunu da bu camiyi görünce anladım.Aslında ilk başta anlayamadım sordum bu nedir diye, "cami" cevabını alınca anladım.Bu nasıl camidir böyle ya?Minaresi desen yok,küçük küçük minarecikler var.Kubbesi desen maaşallah 1001 gece masallarındaki saraylarınkine benziyor.Hiç mi bizim camileri görmemişler acaba?.Malezya olursak böyle camiler mi olacak Türkiye'de?Çok korkuyorum çook.

Formula 1

Burda bir de anlam veremediğim bir araba yarışı varmış.Formula 1 diye.Arabalar bir pistte dönüp duruyorlar.Hem de 1 kez de değil 50 -55 kere falan.1 kez parkuru tamamladın yarışı bitir, 50 kez aptal gibi dönmenin ne gereği var ki.?Bayağı da bir kalabalık var.Tezarruat falan yapıyorlar.Sanki arabaların içindekiler duyuyor sizi?2 kez baktım arabalara sıkıldım.Dikkatimi şu kızlara verdim."Acaba siz olur muyuz?" dedim, salak salak sırıtıp durdular yüzüme.Güzel kızlardı, orası ayrı tabi :)

Böylece bir gezi de burda nihayete ermiş bulundu.Malezyalıların hiç biri "Acaba Türkiye biz olacak mı?" diye endişe duymuyorlardı.Kendi hallerinde yaşayıp duruyorlar işte.Ama bana sorarsanız Malezya olmayalım,belki daha güzel ülkeler vardır değil mi?

He, bu arada Malezya'ya gidelim mi diye soruyorsanız."Hıh güldürmeyin beni yav" derim.Böyle çarpık bir ülkede ne işiniz var?Oturun oturduğunuz yerde!Her gezi sonrası dediğim gibi:Sizin gezmenize gerek yok, Keskin Abiniz size yeter..!

10 Eylül 2008 Çarşamba

ŞOK ŞOK ŞOK!

ARKA KÖŞE’DEN dev hizmet.Adınızı bana yazın ben de size müthiş akrostiş (böyle yazılıyodu değil mi?) şiirimi yazayım.Bu kıyağı kimseyi yapmam ona göre.İlk olarak AYŞEGÜL den başlayalım.Vira bismillah:

Ayağına giydin kundura
Yapma dedim o kadar sana
Şekilsiz yapacak ayağını
Eciş bücüş olacak her yanı
Güzel durduğunu sanma sakın
Üzülmeyesin diye sustu arkadaşların
Lazımdır ayağına yeni modeli ADİDASLARIN



Yorum köşesine isminizi yazın!
Ben de şiirinizi
Hem de hiç bir ücret ödemeden....

BAŞLIĞI YAZININ İÇİNDE GİZLİ






Ortaokul hazırlık sınıfındayım Türkçe dersler alıyoruz (Zaten Türkçe,İngilizce,Resim,Müzik ve de Beden dersleri alıyorduk.İngilizceci gelmedi mi bütün dersler boş geçerdi.Değerini bilemedik o günlerin aah ahh…).İşte iki üç hafta geçmiş hazırlıkta.Bir yazı okuduk Türkçe kitabında ondan sonra da altında sorular olurdu ya onları cevaplayacağız.Sorunun biri şuydu : Yazının başlığı neden “Yüreğimizdeki Gökkuşağı”dır?Şimdi buna verilecek en mantıklı cevap ‘yazan adam öyle istediği için’ olacaktır.Ama bizden o isteniyor mu tabi ki “Hayır” .Ne dememiz gerekiyor? Yok efendim Yazarın içindeki çocuk ölmemiş” de “Yazar çok renkli bir kişiliğe sahipmiş” de “Yazar insanları, doğayı, kuşları, böcekleri, dalda duran kelebekleri,yerde sürünen köstebekleri çok severmiş” falanmış filanmış.İşte bize böyle zorlama bazı yorumlar yaptırıldı.Elalemin yazarını sanki çok süper bir insanmış gibi övdük.Çünkü gidip kendisine soramazdık niye böyle bir başlık attığını.Gidip kendisine sorsak belki: “Yaa gençler, yazıyı yazdım başlığı düşünüyorum ne yazsam diye, birden dışarıya baktım gökkuşağını gördüm öyle birden çıkıverdi işte” falan diyecekti.
İşte eğitim sistemimiz bu!İnsanlara olduğundan daha fazla değer yüklememizi öğretiyorlar.Kitapları yazanların fikirlerini düşünmeden tartmadan öğrenciye empoze etmeye çalışıyorlar.Böylece fikir üretmeyen, olaylar karşısında tavrını koyamayan, üretemeyen,düşünemeyen bir gençlik yetişiyor!
Demek çok isterdim sevgili okur! Ama bu benim maalesef fıtratıma ters bir durum.Benim fıtratım ne mi?(fıtrat ne yav??) “Ya abi yapıyorlarsa vardır bir sebebi, herkes farklı bir şey düşünse o zaman nasıl bir gerçeklik ortasında buluşacak o kadar öğrenci” gibi olur.Aslında bu benim düşünüp buraya yazacağım şeydir.Eğer olur ya biri gelip bana bu konu hakkındaki yorumumu sorsa: “Ya bilmiyorum valla bana ne.Ne yaparlarsa yapsınlar” olur.
“Kendini niye bu kadar ezikliyorsun (eziklemek ne yav??) kardeşim?” demeyin lütfen.Ben de her yazar gibi sevilmek istiyorum suç mu?Ben süpersonik bir insanım her şey hakkında acayip radikal ve de kimi zaman geçerli olan fikirlere sahibim ve bunları çok rahat bir biçimce açıklamakta hiçbir çekince görmüyorum desem burayı okuyan okuyucu bana karşı sempati besler mi.Dese dese “Ne kadar ukala bir adammış.Hıh!!” der.Ama kendimi yerin dibine sokan ne kadar da aciz bir adam olduğumu gösteren yazılar yazınca.Ya içten içe “Aynı ben ya!” der.Ama “içten içe” altını çizmek lazım(Ki çizdim zaten).Ya da “Oh ne kadar da “şey” (neyyy?) birisiymiş.Allah’ıma bin şükür ki ben bunun gibi değilim.” der.Ben de “itilmiş”, “hayatın bir yere savurduğu” “mazlum” “aşktan yana dertli” yazarlardan olmak istiyorum işte.Çok şey mi istiyorum.
Aslında düşündüklerini diline dökememek konusu kafa yoruyorum çoğu zaman.Sonra da “Niye bu kadar kafa yoruyorum ki lan açayım “Var mısın yok musun” u beynimi yormayayım diyorum(bknz: buradaki eski bir yazım.Hatta daha açık bakınız “Bora Öztoprak klibinin altındaki yazı).Sonra da dil yerine kağıda dökeyim diyorum.Söz uçar yazı kalır diye kendimi avutuyorum.Çünkü ben hayatın sillesini yemiş,ne yöne gideceği belli olmayan sonbaharda dökülen yapraklar gibi savrulan, gariban,sevgi yüzü “töbe” görmemiş, bütün sevgilileri tarafından feci bir biçimde aldatılmış, yerin dibine sokulmuş sevgi pıtırcığı bir insanım.Ne yapayım fıtratım böyle!
Yazıyı güzelce okudunuz ve içindeki gizli başlığı bulamadınız diye üzülmeyin.Çünkü öyle bir şey yok.Hayatta en sevmediğim şey önyargıdır.Başlığı okuyup bir beklentiye girersiniz sonra bu beklentiniz gerçekleşmezse ne yazık ki suçu kendinizde değil yazıyı yazandan bulursunuz.O yüzden hiçbir şeyin kabını görüp ona önyargı ile yaklaşmamanızı tavsiye ederim.Elmanın vitamini kabuğunda olabilir ama tatlı yeri kabuğunun altında kısımdır.İşte bir şeye yaklaşırken içinin içeriğinin ne olduğunu bilmeden yorum yapmayın.Ama illa ki bir başlık istiyorsanız başlık şey olsun hmmm….Heh buldum:
BEYNİMDEKİ BULUT

15 Ağustos 2008 Cuma

KISA KISSALAR No:1


Uzun Hüseyin Abi


Herkes öyle çağırırdı Hüseyin Abi'yi.Boyu 2 metreyi geçiyordu.Adı bir konuşmada geçecek olsun hemen "Hee bizim Uzun Hüseyin mi?" denirdi hemen.İşin komiği hiç kimse uzun boyundan başka ne gibi bir özelliği olduğunu,nasıl bir hayat sürdüğünü bilmezdi.Genelde kahvehanede tek başına takılır, bir paket Tekel 2000'i köşesinde bitirir,dışarıya uzun uzun bakıp sonra kalkar giderdi.Genelde kahveye girenler "Uzun, naber?" diyerek selamını verir o da başıyla selamı onaylardı.Zar zor ağzından kelimeler çıkardı.Kendisi mi öyle ister, yoksa kimse onunla konuşmak istemez orasını bilmiyorum.Kılık kıyafeti ise gayet düzgündü yani dışarıda yatıp kalkan tiplere de benzemiyordu.

Bir gün memurluk yaptığım kurumdan çıkıp yolumun üstünde olan kahveye yorgunluk çayımı içmek için uğradım.Uzun Hüseyin Abi yine köşede oturmuş, kemikleri tek tek belli olan titrek eliyle sigarasından son nefesini almaktaydı.Dayanamadım yanına yanaştım:

-Selam Hüseyin Abi.

-Selam evlat.

-Abi sana niye herkes "Uzun" diyor.

Gülümsedi,beni şöyle bir süzdü:

-Sana niye demiyorlar?

Boyum orta karar bir şeydi:

-Onu demek istemedim.Yani uzun olmandan başka mahallede kimse senin hakkında bir şey bilmiyor.Başka hiç bir özelliğin yok mu veya yaptığın birşey?

-Estergon Kalesini fetheden komutan değilim ne yazık ki.

-Yani ne bileyim abi evli misin,ne iş yaparsın kimse bilmiyor.Varsa yoksa boyunun uzunluğu.Hiç mi rahatsız etmiyor seni?

-Hayır,halimden memnunum.

Artık o can alıcı soruyu sormalıydım:

-Peki abi ya boyun uzun olmasaydı,o zaman ne yapacaktın?

Birden suratı düştü.Hiç bir şey demeden uzakta bir noktaya bakmaya başladı.Konuşmanın burada bittiğini anlayıp kalkıp kahveden ayrıldım.

Sonra bir hafta kadar kahveye uğramadım.Daha sonra uğradığımda, Hüseyin Abi'nin yerinde oturmadığını farkettim.Sordum soruşturdum 4 gün önce ölmüş olduğunu öğrendim.Bizim mahallenin mezarlığına gömülmüş, hemen kalkıp mezarlığa gittim.

Uzun bir mezar taşı kondurulmuştu kabrinin önüne.Bu sayede 55 yaşında olduğunu da öğrenmiş oldum.Fatiha okurken mezarlığın bekçisi yanıma geldi:

-Mahalleli kendisi gibi uzun bir mezar taşı yaptırdı Hüseyin'e.Tabut bulmakta da zorlanmışlar duyduğuma göre dedi gülümseyerek.

Ben de gülümsedim.

Öldükten sonra hatırlanacak bir meziyete sahip olmanın mutluluğuyla gitmişti belki de öteki diyara Hüseyin Abi.Sonra kendimi düşündüm.Sabah 9 Akşam 4 memurluk yapan,sadece kendisinin okuduğu hikayeler yazan Vasfi olarak hatırlanacak mıydım acaba?

Kahvenin köşesinde Tekel 2000'den bir nefes alıp "Keşke uzun boylu olsaydım be!" dedim kendi kendime."Evet" dedi arkadaşım "Kızlar uzun boylulardan hoşlanıyorlarmış"

Gülümsedim...Bir nefes de Uzun Hüseyin için çektim...


14 Ağustos 2008 Perşembe

AL PABUÇLARINI VE GİT! - Zafer Peker

Sevgilinizden ayrılmak isteyip de ayrılamıyor musunuz?

BÜYÜK HİZMET!!

Ona bu şarkıyı dinletin ve kolay kolay ayrılın...

Ama bu şarkıdan sonra işler ters teper, iyice birleşirseniz orasına karışmam :)

6 Ağustos 2008 Çarşamba

KİM DAHA KOMİK?





-Merhabalar efendim. Ben Kim daha komik adlı programın sunucusu Nuri.Hepinize saygılar sunmayı kendime bir borç bilmekten büyük onur ve kıvanç duymaktayım efendim.Efendim ne diyorduk.Kim daha komik?Komiklik nedendir bilinmez insanda bulunan en önemli bir meziyetmiş gibi gösterilmekte bazen.Bir ortama gittiğinizi düşünün illa ki birisi bir komiklik yapıp ortamdan prim toplamaya çalışmaz mı efendim soruyorum size?Yani kimse demez ki ben bu ortamda ciddi durayım da herkes beni de sevsin diye düşünmez.Komik olan daha çok sevilir nedendir bilinmez.Kızlar kendisini güldüren erkeklerden hoşlanır diye bir laf da var mesela.Mesela bir kıza bunu bir soralım:
-Merhaba efendim kızsınız değil mi?
-Aa o ne biçim soru be sapık şey!
-Bunu evet olarak algılayarak bir soru sormak istiyorum size.
-Buyrun zor olmasın ama ehi ehi hi…
-Nasıl erkeklerden hoşlanıyorsunuz?
-Hmm dürüst olmalı ilk olarak çok önemli bu. Sonracığıma yalan söylememeli…
-Kim öğretti bu lafları size hepiniz aynı şeyi söylüyorsunuz?
-Efendim..?
-Neyse önemli değil.Sizi güldüren erkeklerden hoşlanır mısınız mesela?
-Yaaaani!Yanımda put gibi oturacak değil ya neşeli olsun.Her ortama uysun.Adam gibi adam olsu…
-Tamam sus!Görüyorsunuz efendim ortalama bir kıza gittik sorduk ve beklenen cevabı aldık doğal olarak
-Aa sensin ortalama ne biçim konuşuyorsun sen manyak!
Komiklik ciddi bir iştir sevgili okuyucular her kes yapamaz bunu.Zorlama komiklik ise ne yazık ki hiçbir yere varmamaya mahkumdur. Mesela siyasi komiklik dersek, bunu doğru düzgün yapanlar var onlara sözüm yok.Ama bu ülke bir Olacak O Kadar sürecinden de geçmiştir.Yıllardır aynı tarz komiklikere yıllardır aynı tarz bir gülüşle gülmüşüzdür.Mesela:
-Hanım kıçımdaki kazığa bak!
-Ne girdi lan kıççına?
-Hökümet yine zam yapmış aha bu da onun kazığı
İZLEYİCİ:AHA AHA HA! Adamın kıçına kazık girmiş ne kadar komik! Ve ek olarak AHA AHA HA! Adam ve kadın şiveli konuşuyor.
1 YIL SONRA…
-Uyy henimciğum haçan kiçime bir baksan deyiyorum..!
-Uyy da haçan ne girdu kiçina?
-Hükümet yine zam yapmuş da.(ZOOORT…!) Ula gaz kaçırmaya bile korkiyurum haçan hükümet doğalgaza zam yapmuş daa!
İZLEYİCİ:AHA AHA HA! Adamın kıçına kazık girmiş.Ek 1 AHA AHA HA!: Adam osurdu! EK 2 AHA AHA HA!: Adam ve kadın şiveli konuşuyor(Hem de laz şivesi!İşte buna ben bir kez daha gülerim AHA AHA HA!!!...)
Evet sevgili okuyucular derseniz ki Nuri, sen bunlara gülmüyor muydun? Gülüyordum efendim ne yapabilirdim başka bir alternatif yoktu ki.Alternatif deyince aklıma geldi.Bazı durumlarda komik olmasa bile gülmekten başka alternatifimizin olmadığı durumları hepimiz yaşamışızdır.Ya komikliği yapan adamın statüsü bizden daha yüksektedir.Ya da karşımızdakini kırmak istemeyiz.Bilmeyiz ki biz böyle yalandan gülerek adama iyilik değil kötülük yapmaktayız.Bu karşımızdakini mizah yaşamında derin bir yara açacak ve kendini komik görmeye devam edip bu tip salak saçma espriler yapacaktır.
Ben Nuri olarak en çok neye gülerim biliyor musunuz.Mesela birisi bir fıkra anlattı.Ama kimse ya anlayamadı (ki genelde böyle olur) ya da beğenmedi.Ama gülmek de zorunda.Adam fıkra anlatmış gülmezsek ayıp olacak.İşte o fıkranın bitiminden sonra “acaba gülsem mi, gülmesem ayıp olur” düşüncesini yaşayan insanların yüzündeki ifadedir.Fıkrayı anlatan da karşıdakileri iyice bir süzer gülenin olup olmadığına bakar.Eğer gülen olmazsa Waterloo seferinden dönen Napolyon gibi kötü hissedecektir kendini.Bütün hayat enerjisi alınır o zaman ve bütün özgüveni de sıfırlanmış olur.Neymiş efendim anlattığı fıkraya yaptığı espriye gülünmemiş.
-Nasrettin Hoca da “Eee “ demiş “Böyle başa böyle taraak!” (Gözüyle etrafı süzme)
-Eeee? Bu kadar mı?
-Evet.Komik değil miydi? (Yaşam enerjisi yavaş yavaş sıfırlanıyor)
-He he he güzeldi evet.Demek böyle başa böyle tarak demiş.İlahi Hoca komik adammış rahmetli.Allah rahmet eylesin.Yattığı yer nurla dolsun.(Konuşmayı uzatarak anlamaya çalışmak.Anlamamak ve konuyu değiştirmeye çalışmak)Akşehirli di mi hoca?
(Başka biri)-Üfff iyreençti bi daha fıkra anlatma bence!
-Ya tam anlatamadım.Ama bizim bir Muzaffer Abi var o daha bi değişik anlatıyor.Bir de ondan duy sen yerlere yatarsın gülmekten.Daha ne fıkralar var onda bir bilsen.Böyle komik komik anlatır o.Bir tanedir bizim Muzaffer Abi.(Knock out!Kendinin bitirip elin Muzafferini göklere çıkarmak bi de utanmadan bundan da prim elde edeceğini ummak)
(Üfff iyreençti bi daha fıkra anlatma bence!) tabiri boşa kullanılmış değil sevgili okuyucular.Bu tarz lafları edenler her zaman kendilerini en komik sandıkları için başkası ne anlatırsa anlatsın bu hava içindedirler.Peki bunu diyen tıynetsiz adama “Evet iğrencim değil mi hahaha!” diyerek kötü espri yaptığı için kendisinin göklere çıkarılmasını uman adamlara ne demeli sizce.Ben bir şey diyemiyeceğim sevgili okurlar.Terbiyemden ödün vermek istemiyorum
Mesela bizde düşene de gülünür:
-AAAAAaaaaah….!!!1
-Puhahahah adam düştü la (yanındakini dürtmek) ne acayip la hahaah.
-Evet 7. Kattan
Iyyy iyreeçti değil mi.Neyse buna laf söylemiyeyim ayıp olmasın.Bence kendine çok gülünmesini istiyorsan çok da popüler olmasın.Yani etrafında bolca yalaka olmalı.Sana ne kadar gülünüyorsa o kadar da havan olur ortamda.Saray soytarılarına da gülünür ama sarayda ne kadar havası vardı orası meçhul.Tabi Woody Allen değilseniz(bknz: Everything You Always Wanted to Know About Sex*But Were Afraid To Ask fimi)
Evet sevgili okuyucular.Bir programda herhalde son bulmak üzeredir şimdi diye düşünüyorum.Aslında belirtmek istediğim çok şey vardı kafamda ama canlı yayının cilvesi unutuyor insan.Bu arada ben komiklik ile ilgili konuşurken bu satırların yazarı da komiklik yapmaya çalışmakta.Bu nasıl iştir anlayamadım.O yüzden de size sormak durumundayım?
Kim daha komik?






(Bu resimler gugıldan komik görsellerini aratınca çıkanlar.Bol bol gülün ve arkadaşlarınızla paylaşın.Eminim onlar da sizin gibi çok güleceklerdirrrrr...RİYA: )

1 Ağustos 2008 Cuma

Sevgili Günlük

Bu gün hiç bir şey olmadı!


Bir günlük tutsam diye düşünüyorum da bazen.Acaba ne yazarım ki ona diye de düşünüyorum tabi.Herhalde yazacaklarımın %80'i yukarıdaki gibi olacaktır.


"O zaman sende bir şey yap kardeşim seni tutan mı var?" diyebilirsiniz.Peki ben sizi dinler miyim acaba bak orası meçhul.


Hem neden sizi dinleyecek mişim ki?


Siz kimsiniz?


Siz var mısınız?


Niye ben böyle "sizli" "bizli" konuşuyorum ki seninle kardeşim.


Bugün 2 film izledim ama, bak burası önemli.


1.'si Love Guru diye saçma sapan bi şey.Buz Hokeyi pistinde cinsi münasebette bulunan filler cinsinden bir mizah duygusuna sahipseniz tam size göre diyebilirim.(Ulan hala "siz" diyor!)


2.si bir Fransız filmi (Evet izlerim!) adı da :Eeee şey adı hearlı meartlı bi şeydi.Heh "Kalbimin Durduğu Gün" gibi bir adı vardı işte her neyse.Konusu da piyano çalmaya çalışan, evlerine fare koyup milleti kaçırmaya çalışan kahramanımız Roman Duiris'in yer yer güldüren yer yer hüzünlendiren ama çoğu yer sıkan hikayesini anlatmaktaydı.Niye böyle boş boş bahsediyorum filmlerden acaba?Ben mi boşaldım yoksa filmler mi boş artık karar veremedim.(Her fransız filmi güzel olacak diye bir kaide yok ki kardeşim.-İyi dedin üstat!)


Heh bi de yan tarafta cama çıkan bi kedi var.Tepki versin diye bilgisayardan kedi sesi dinlettim.Tın bile demedi (o ne biçim bi tanım öyle.-başka bi şey bulamadım üstat.-Bana üstad deyip durma!-Ne diyeyim?-Siz diyebilirsin.-???!!!???)


Bi de diyorsunuz bi şey yap diye.Kedi tepki vermedi diyorum.Tepki verseydi neler olurdu kimbilir.(-Yaa evet ne demezsin.-La bi sus!!...)

28 Temmuz 2008 Pazartesi

YAZARIN ÇİLESİ





“Erken geldin!
Kapımın daima sana açık olduğunu bile bile. Bir anahtarı sende bir anahtarı kapının üzerinde.Hiç kapanmasın diye arasına ümitlerimi dayadığım o kapıdan bin asırdır bekleyip, bir saniyede geçip bin asır daha beklerdim seni dedirten bir geçişle.İçeriye girişinle içerdeki tüm pislikleri dışarı süpüre süpüre.Geçtiğin yollardan tekrar geçmen o yollara bir anlam kazandırmanı bekledikleri için yerdeki taşları üze üze.Gelişini görünce başka bir şey görmeyeyim kör olayım artık diyen gözlere selamını vere vere. Seni buraya getirdikleri için kanatlanıp göğe karışmak isteyen o ayakların ve yüreğinle…
Geldin…
Ama maalesef erken geldin
Evde olmadığımı nerden bilebilirdin?”
Diye yazdığım yazıyı okudum Nurşen’e.İlk tepkisi:
-Kim yazmış bunu?” oldu.”Ben” deyince ikinci tepkisi:
-Aa bana mı yazdın yoksa?olunca doğal olarak duraksadım biraz.Ne Nurşen’in bir yerden gelişi vardı ne de benim evde olmayışım.Ne de Nurşen’le yaşadığımız böyle tutkulu, uğruna yukarıda yazılabilecek cinsten bir yazı yazdıran bir aşkımız vardı.Kendisine yazsam yazsam (Ki sonradan da yazdım!) şöyle bir şiir yazabilirdim:

Ne kadar da güzelsin
Uğrunda ölebilirim
Rüya gibi bir şeysin
Şenlendi yine yüreğim
Ezelden beridir söylerim
Nurşen’im canım benim!

Gibi bir şey olurdu.İşte böyle uzunca bir duraksamadan sonra:
-Ya sana değil de genel bir şey, işte kim üstüne alınırsa, o zamanki duygularımı yansıtan bir yazı, kem… küm… diye ağzımın içinde geveleyip durdum.Karşımdakinin hem kalbini kırmamak hem de yazıyı beğenmesini beni takdir edip göklere çıkarmasını,senden başka yazar tanımam artık demesini falan istedim bunu diyerek. Ama sonradan keşke “Sana yazdım” deseydim diye düşünmedim değil.
Benim kem…’leyip küm…’lememle birlikte Nurşen’in yüzü birden düştü:
-Hmmm ben de bana yazdın sandım.Kime yazdın peki? Diye sordu
Hoppala bu nasıl soruydu şimdi?
-Kimseye yazmadım canım.Bu bir yazıdır.Sadece aklımda olan şeyleri yazıya aktarıyorum.Yani kimseye yazmak zorunda değilim.Bu evrensel bir nitelik taşıyor yani. Diyerek başta söylemek istediğim şeyleri biraz daha toparladım:
-Tamam anlıyorum da mesela bana da özel bir şey yazamaz mısın? dedi.
-Yazarım tabi niye yazmayacakmışım dedim gülümseyerek (*Bakınız: yukarıdaki şiir)



-İyi de yazıda ne anlatmak istedin? Diye sordu İrfan, sizin yukarıda okuduğunuz yazıyı okuyunca.
-Nasıl ne anlatmak? İlla bir şey anlatmak mı gerekir yazıda.
-E gerekir yani böyle boş boş şeyler yazarsan ne gibi katkısı olabilir ki okuyana?
-Okuyana bir şey katmak gibi bir niyetim yok ki!
-O zaman madem bir amacın yok yazmayacaksın.Amacın yoksa niye yazarsın bilmem.Sadece boş bir uğraş olur senin için.Diye de ekledi.
Bunları söyleyen arkadaşım İrfan da şiir yazardı.Şiirleri ise genelde şöyle olurdu:

“Kullanılmış bir peçetesin sen!
Başkasının sildiği yere burnumu silmem ben…”

Ya da

“Türkiyem, güzel yurdum, memleketim!
Sana el uzatanın ellerini keserim…”

Tarzı şeylerdi.Yani ilk şiir ilişkiler üzerine bir mesaj kaygısı taşıyor ikinci şiir de buram buram milliyetçilik kokuyor ve böylece ülkesini de korumuş oluyordu.
-Ülkede neler oluyor,dış mihraklar ülkemizi bölmeye uğraşıyorken böyle gündelik işlerle uğraşırsan hiçbir şey olmaz senden diyerek bir eklemede daha bulundu.
Ben ise o bunları söylerken yerin dibine girmiş bir vaziyetteydim.Kendimi sorgulamaya başlar olmuştum.Sadece kendimin yaşadığı açmazlar hakkında kafa yorarsam o zaman ülkeme ne gibi bir katkı sağlarım ki diye düşünmeye başladım.Ve bu düşüncelerimin ilk meyvesini bir gün sonra yazdığım “Ülke Elden Gidiyor” adlı yazıyla verdim.
Rauf Özdil mahlasıyla yazdığım toplam 48 satır ve 48 cümleden oluşan yazının sonu şöyle bitiyordu:

“Telekom satıldı!
Limanlar satıldı ...
Fabrikalar satılıdı ...
Ülke satılıyor ,uyuma artık, ülke!
İnşallah biz de satılmayız, bu anasını sattığımın dünyasında!”

Bu yazıyı İrfan’a okuduğumda biraz beğendiğini hissetsem de yine de:
-Çok dilbilgisi hatası var sonunu da bağlayamamışsın.Pek beğenmedim” dedi.
O öyle deyince ben iyice coştum.İlla ki bir yazımı ona beğendirmeliydim.Sonraki gün asker,antiAmerikancı,dibine kadar milliyetçi İrfan Paşa’nın dağlarda nasıl Amerikan askerlerini çıplak elle hallettiğini anlatan “Malatyalı İrfan Paşa Destanı” adlı yazıyı Şair İrfan’ın önüne koydum.Okudukça sırıttı sırıttıkça okudu:
-Adını İrfan yapmışsın sağ ol.Ama benim adım var diye değil hakikaten güzel yazı olmuş.Bazı şeylerin farkına varmışsın.Her açıdan dört dörtlük bir yazı olmuş.Mesajı da gayet açık ve anlamlı” dedi İrfan.Sanki destanı yazan kendisiymiş gibi mağrur bir ifadeyle.
Ben ise mesajı “Amerikalıları öldüren İrfan Paşa’nın ne kadar güçlü bir adam olduğunu göstermek” olan yazıyı düşünüyordum.
-“Ulan” dedim kendi kendime.”Senin edebiyatçılığın da buraya kadarmış be şair!”

-Hmmmmmmm dedi sevdiceğim sizin yukarıda okuduğunuz yazıyı okuyunca
-Eee dedim nasıl buldun yazıyı?
-İyiydi, dedi gayet sönük bir ifadeyle.
Sonra birden canlandı, gözlerinin içi parladı:
-Ya bi şey sorcam Nurşen ben miyim yoksa?
-He! dedim. Sensin...

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Kenan Dimler'le Sohbet





Kenan Dimler'le
Sohbet


-Selam Kenan naber?


-İşte bunu anlamıyorum bir türlü
-Neyi anlamıyorsun?Afedersin anlayamadım?
-Bu ilk görüşte bir insanı gördüğünde neden hemen naber diyorsun?

-Nasıl neden?Kibarlık olsun diye karşındakinin halini hatrını soruyorsun.Bunda anlayamayacak ne var?

-Yani karşındakinin nasıl olduğu senin için çok mu önemli?

-Yani.Bir derdi olabilir ne bileyim bir sıkıntısı olabilir...

-Peki bir sıkıntısı derdi varsa sen bu soruyo sorduğunda "Çok sıkıntılıyım" mı der karşındakiler?

-Demezler herhalde.Belki de sıkıntısını karşısındakiyle ilk olarak paylaşma taraftarı olmayabilir.

-Yani ne der karşındaki sen ona o soruyu sorduğunda

-İyiyim der herhalde.Her insanın dediği gibi elbette.

-Ama sen ona nasıl olduğunu sormuştun ve o da sana cevap olarak iyiyim dedi değil mi?

-Evet

-Sen diyorsun ki belki de bir derdi vardır hemen paylaşmak istemez bu derdiyle beni sıkmak istemez.O zaman niye soruyu sorduğunda sana iyiyim diye cevap verir?

-Belkide derdini hemen söylemez.Konuştukça derdini açar.Ne bileyim?

-O zaman sana ilk başta yalan söylemiş olur,öyle mi?

-Yalan söylemek demeyelim istersen.Yani bir düşünsene.Sen birisinin yanına gidiyorsun "naber" diyorsun.O da "Sorma çok kötüyüm, çok fenayım..." diyor.Olabilir mi böyle birşey?

-Çok kötü çok fena ise söylemesi lazım.
-Doğru diyorsun aslında.Mesela yaşlı teyzelere nasılsın denildiğinde hemen başlarlar yok "yanlarım ağrıyee" yok "başım çatlıyo" diye değil mi?

-Evet.Ama neden aynı şey kendi "modern" yaşantımızın içinde olmaz?

-Biraz komik kaçmaz mı?Çok yakın arkadaşınsa tamam söyleyebilir.Ama mesela patronunu yolda görüp de böyle bir şey söylesen bu tip bir cevap vermeyeceği aşikardır.

-Mesela tanımadığın bir akrabalık ziyaretine gittin.Orda konuşma nasıl olur?

-Herkes birbirine nasılsınız diye sorar.Alınan cevaplar da hep aynıdır ama.Amca halaya sorar "Allah'a şükür iyiyim siz nasılsınız?" cevabını alır.Sonra ne bileyim yiğen halaya tekrar sorar yine aynı cevabı alır.Bu bir sirkulasyon şeklinde devam eder.

-Peki sence bu akrabalar o soruyu sorarken gerçekten merak ederek mi soruyorlardır bu soruları?

-Sanmam.Genelde soğuk bir ortam olur o tip yerlerde.Millette ne bileyim sanki görevini tamamlamış olmak için bu soruları sorar.Yani karşındaki "Hastayım 2 aylık ömrüm kalmış" dese "Allah iyilik versin" cevabını verecekmiş gibidir.

-Bak işte aslında dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz.Sen cevabını merak etmediğin bir soru soruyorsun.Karşındaki de sana yalan söyleyerek cevap veriyor.Böylece yalancı konumuna düşüyor direkman.Sonra da toplumda neden sağlam ilişkiler olmuyor diye hayıflanırız.Daha başlarken bir yalanın üzerine kuruluyor ilişkiler.Neden biliyor musun.Çünkü samimi değiliz.Teyzelerden bahsettin.Onlar düşündüklerini hemen söyler diye.Çünkü o teyzelerin senden hiçbir çıkarı olmaz.Ama bizim hayatımızda herşey samimiyetsizliğe herşey çıkar ilişkisiyle yürür.Sen samimiyetsiz bir soru sorarsın o da sana aynı samimiyetsizlikle cevap verir.Çünkü sen sorduğun o sorunun altından bir çıkar elde etmek istersin.
Düşün bi bak.Yolda giderken bir tanıdığını gördün ."Naber" dersin.Adam geçip gidiyor nasıl olduğundan sana ne .Ama senin aklında onun hatrını sorduğun için elde edeceğin bir çıkar vardır.Ve de sevgili Numancım çıkarın olduğu yerde samimiyet hiç bir zaman olmaz.

-Anlamıyorum.Yani bir insan gerçekten iyi olamaz mı da sonra iyiyim desin.

-Bence iyi kelimesi çok samimiyetsiz bir kelime

-Nasıl yani?

-İyi kelimesi altında milyon tane anlam barındıyor da ondan.Yani bir şeyi veya olayı nitelendiriken hemen "iyi" yaftasını yapıştırısın.Meselenin özünde o olayı veya şeyi anlamamışsındır bile.İyi deyip başından savmak istersin.Çünkü yüzleşmekten korkarsın bu tip şeylerle.İyi etiketini vurup hemen kurtulmya çalışırsın ki bu olayı derinlemesine düşünüp değerlendirmeyeyim.Ya da birisine dokunup benim çıkarlarıma ters düşecek bir olay olasın diye."Sınav nasıl geçti?-İYİ" "Yeni arabam nasıl?-İYİ" Böyle olmuyor mu bu işler?

-Yani.O zaman diyorsun ki 4 notu çok samimiyetsiz bir not.

-Aynen öyle.Ya çalışmayıp "0" alırsın ya çalışıp "5" alırsın.Yarı çalışıp "4" alınca ne olabilir ki o işten.Söylesene okullarda aldığın "2","3","4" notlarından hangisi aklında ki.Çünkü o aldığın notlar sana hiç bir şey kazandırmamıştır.Ya çemberin içinde olacaksın ya dışında ortalarda sürünür gidersen hiç bir şey olamadan silinip gidersin.


-Aslında sana katılmadığım yerler hala var.Mesela ben İngilizce'den hep 4 alırdım bak unutmamışım.

-İstikrarlıymışsın, o yüzden unutmamışsın.Yani çemberin çevresinde durmadan dönüp durmuşsun.


-Olabilir.Ya nerden nereye geldik.Halbuki sadece naber demiştim sana.E o zaman ne diyeyim ki ben seni görünce?

-"UGH!" derim ben

-Ugh mu?Ne anlamı var ki?

-Hiç bir anlamı yok.Güzelliği de orada zaten.

-İyi o zaman.Ugh! Kenan.

-Sana da UGH! Herkese UGH!!!

(Kenan Dimler sohbetleriyle bizimle (benimle) olmaya devam edecek efendim...)

16 Temmuz 2008 Çarşamba

İHTİYAR BALIKÇI



Terkedildim…
Ne kadar kolay söylenecek bir söz gibi geliyor ama kazın ayağı öyle değil işte.Tam 2 yıl gibi uzun bir süre beraber olduğum sevdiceğimin bir gün gelip: “İlişkimiz tıkandı,artık yürümüyor,çok denedim ama olmadı vs vs…” gibi laflar edip 2 gün sonra pis sakallı, yakası böğrü açık gömlek giyen, ve ayağından parmak arası terliği eksik etmeyen bir herifle beraber olduğunu görünce bunun ne kadar da zor söylenecek bir kelime olduğunu anlarsınız.
Artık yapacak hiçbir şeyimin olmadığını düşünüp her akşam üstü deniz kenarında bir banka oturup gelip geçen çiftlere içimden okkalı bir küfür savurur oldum.Sonra o da kesmedi kız arkadaşlarımın telefonlarını özelden arayıp kendisinden çok hoşlandığımı çıkmak istediğimi filan söyleyip yüzüne kapattığım oldu.Bir iki kızın sesimi çıkarıp beni erkek arkadaşlarına dövdürmesi de ayrı bir konu tabii…
Ama ne yaparsam yapayım terk edilmişliğin o pis acısını içimden atamıyordum.Ta ki İhtiyar balıkçı Yunus Abi’yle tanışana kadar.
Yine bir gün bankta oturup denize matem dolu gözlerle bakarken bir gölge yanıma yaklaştı.Gölgenin sahibi 60-65 yaş aralığında bir balıkçıydı.Herhalde benim saatler boyunca denize boş boş bakışımının nedenini sormak için buraya geldiğini düşündüm.Oysa o:
-Balık lazım mı yiğenim?
Diyerek benim bütün beklentilerimi boşuna çıkarmıştı.Bense gözyaşlarımın sebebini açacak bir dost, sığınacak bir balıkçı kasabası arıyordum.Gözlerim yarı dolu o ihtiyar amcaya:
-Ne balığı amca ya zaten terk edildim.
Deyiverdim.Artık göz yaşlarımı tutamıyordum.Amca yanıma oturdu elini omzuma atıp:
-Boş ver lan yenisini bulursun.Dünyada başka kız mı yok dedi
-Benim için bir tek o vardı amca.Onu geri elde edebilmek için her şeyi yaparım dedim.
-Belli ki çok dertlisin yiğenim.Gel seninle iki tek atıp dertleşelim
Diyerek beni içi küf kokan her tarafta yırtık pırtık gazete parçaları ve ağlar olan küçük kulübesine davet etti.Tutmuş olduğu balıkları kızartırken:
-Eee anlat bakalım kız güzel miydi bari? Dedi.
-Şimdi Nicole Kidman’ın esmer olduğunu düşün, biraz daha kısa ama gözler yeşil.Yan profilden de Beyonce’ye benziyor.Diyerek sevdiceğimi anlattım.O ise:
-Boş ver evlat dünya ayna çal çal oyna!diyerek acımı bir nebze olsun hafifletmeye çalışıyordu.
Yunus Abi ile tanışmamız böyle oldu.Bütün gün ona sevdiceğimden bahsettim, balıkçı ise “Dünya delikanlı olsa yuvarlak olmazdı” tarzı özlü sözlerini sıraladı.
Artık Yunus Abi’yle çok samimi ahbap olmuştuk.Onun yanındayken terk edilmenin acısını bir nebze de olsa unutuyordum.Her gittiğimde de tutmuş olduğu balıklardan kızartıyor sonra da başlıyorduk koyu bir muhabbete.Ben Galatasaraylı Yunus Abi de Fenerli olduğu için konuşmalarımızın %90 ‘ı takımlar üzerinde atışmalar şeklinde oluyordu.
Yine bir gün efkarım başımda duman bir şekilde o küçük kulübeye gittim.Yunus Abi beni karşıladı:
-Eee evlat ne oldu barıştın mı kızla? diye sordu
-Yok abi dedim ama tekrar benim olacak başka çıkar yolu yok diyerek de ekledim.
-Birisini seviyorsan sal geri geliyorsa senindir,gelmiyorsa zaten senin olmamıştır dedi.
-Gelecek abi gelecek köpek gibi gelecek
-Ne demiş Ahmet Ümit “Aşk Köpekliktir” yani dediğin doğru kapıya çıkıyor bir yerde.
-Evet abi.
-Hem sevgi suya düşmüş bir damla gibidir.Etrafına dağılır ve herkesi içine alır.Kimseyi ayırt etmez
-Doğrusun abi.
-Peki paylaştıkça çoğalan şey nedir?
-Nedir abi?
-Sevgidir evlat sevgi.
Diye uzayan bir konuşmanın içinde buldum kendimi.Taze tutulmuş balıkları mideye indirip yine rahatlamış bir şekilde evin yolunu tuttum.
Yunus Abi’ye tam iki aydır gidip geliyordum. Kendisindeki değişime de şahit oluyordum.Artık karşımda daha olgun birisi vardı ve hep beni motive edici kelimeler sarfediyordu .İçeri girdiğimde sorduğu ilk soru sevdiceğimle barışıp barışmadığım olurdu.Barışmadığımı söylediğimde yüzü asılırdı hemen.Belli ki o da benim gibi üzülmekteydi bu duruma.
İkinci ayın sonunda yine bir akşam üstü İhtiyar Balıkçı’nın evinin yolunu tuttum.Kapıyı vurup içeri girdim.İlk defa Yunus Abi beni ayakta karşılamamıştı.Yatağında uzanmış gazete okuyordu.
-Sen mi geldin lan? Diyerek beni içeriye buyur etti.Ya bi şey sorcam benden hiç birisine bahsettin mi? Diye sordu.
-Yok Abi işin büyüsü bozulmasın diye sadece ikimizin arasında kalsın istedim bu dostluk dedim.
Gazeteyi yatağın başına fırlatıp doğruldu.
-Hani bir arkadaşın da gelse muhabbete katılsa iyi olmaz mı.Biz burada iki sapız ortamı şenlendircek bir kız arkadaşını buraya getirsen güzel olmaz mı.dedi sırıtık bir ifadeyle.
-Kusura bakma abi ama buraya çağıracak kadar samimi bir kız arkadaşım yok.
O sırıtık ifade birden kaybolmuş.Kaşlar çatılmıştı.
-Kızla da barışmadın di mi lan?
-Yok be abi onlar evleniyormuş herhalde.Evlilik kutsaldır artık dünya ahret bacım olur kendisi.
Yatakta oturan o 60-65 yaşlarında ihtiyar adam birden ayağa fırladı:
-E be yavşak!E be şerefsiz!Ne diyeyim ben sana şimdi!Kız arkadaşınla barıştırayım sonra sen kız arkadaşını benimle tanıştır,sonra o da beni kendi bir arkadaşıyla tanıştırır da iş olur diye bekledim olmadı!Her gün Şok Gazetesi okuyan ben gittim kitap alıp okumaya başladım.Sonra baktım sen malsın, senden bir halt olmaz bari bunun normal kız arkadaşları falan vardır belki onları getirir de buradan iş çıkar diye suyuna gidip durdum.Her gün gelip balıkları mideye indirip gittin.Şerefsiz!!Bir yardımım dokunsun şu adama demedin.Çık git lan evimden haram zıkkım olsun yedirdiğim balıklar!!!
diyerek enseme bir tokat patlatıp beni o küf kokulu kulübesinden def etti.
Şaşırmıştım…
Ama yapacak bir şey yoktu.İhtiyar balıkçının da dediği gibi:
-Dünya ayna, çal çal oyna!!!